İçeriğe geç

EVRENİN DERİNLİKLERİNDEN KAPANAN PERDE: KAYIP IRKLARIN GİZEMİ, ŞEYTANIN ÇEHRESİ VE İNSAN RUHUNUN SONSUZ SAVAŞINA DAİR ŞOK EDİCİ KEŞİFLER

İNSAN VE İNSANIMISI OLANLARIN AYRILDIĞI ÇAĞ: SON PERDEDE PERDE KAPANIYOR

Zamanın derin akışında, insanoğlu hep aynı soruyu sordu: “Neden bu kadar kötülük var?”

Neden vicdanlar bu kadar kurumuş, kalpler bu kadar taşlaşmıştı? Neden bazıları acıdan, kıskançlıktan, fesattan beslenirken, diğerleri sevgi ve merhamet içinde yaşardı?

Bu sorunun cevabı her zaman gözümüzün önündeydi, fakat gerçeği görmek kolay değildi. Çünkü sahne ustaca kurulmuş, roller iyi dağıtılmıştı.

Ademoğlu’nun ruhu vardı. O, yaratılışı gereği iyiliğe, sevgiye, hakikate meyilliydi. Lakin onun arasında dolaşan ve “insan” suretinde görünen ama ruhtan mahrum olan bir grup daha vardı. Onlar, insanoğlunun vicdanını, merhametini, sevgisini paylaşmıyordu. Onlar, kendi gerçek doğalarını gizleyerek yeryüzünde bir gölge gibi dolaşıyordu. İşte, bu büyük fark artık ifşa ediliyor! Maskeler düşüyor!

6 milyar insanımsı artık oldukları gibi görünecekler! Zihinlerin uyanışı başladı. Ademoğlu, kendisini isyan ettiren, dünyadaki kötülüğün kaynağı olanların gerçek kimliklerini artık anlayacak.

Onlar hep vardı. Tarihin en eski tabletlerinde, taş duvarlara işlenmiş figürlerde, kutsal metinlerde, mitlerde, efsanelerde hep izleri bırakılmıştı. Onlar, insan değildi. Onlar, bir zamanlar dünya üzerinde çalıştırılan, yaratıcı tarafından değil, başka ellerle var edilen varlıklardı. Genetik müdahaleler, klonlamalar, ruhsuz bedenlerin üretimiyle bu dünya doldurulmuştu. Şimdi son aşamadayız. Küçük kıyamet denilen olayın eşiğindeyiz.

TUFANLAR VE GEÇMİŞİN SIRRI

12700 yıl önce, Nuh tufanıyla başlayan büyük bir reset vardı. Ama bu sadece Mezopotamya’da değil, dünyanın dört bir yanında yaşandı. Peru’da, Kanada’da, Rusya’da, Çin’de, Japonya’da… Dünyanın eğimi değişti, presesyon döngüsü tamamlandı, yeni bir çağ başladı. İşte bu tufan, iki farklı varlığın dünyada ayrıldığı ve tekrar karıştığı bir dönemi işaret ediyordu.

Ademoğlu saf bir soydu, ruh sahibiydi. Ama öte yandan ruhsuz olanlar da dünyaya getirildi. RH negatif kan grubu burada devreye girdi. Genetik müdahalelerle farklı soylar oluşturuldu. İnsan suretinde ama içi boş bedenler yaratıldı. İşte bugün Ademoğlu’nun yüreğini yakan, zihnini sorgulatan, dünyayı kötülükle dolduranlar onlardı. Eskiden daha çok okuyacak ve derinleşeceksiniz, çünkü etrafınızdaki iki ayaklı varlıkların, bedenli ve bedensiz, azgın ruhların etkisi artacak. Boyut kapıları açıldı ve bizler, bu açılımlarla birlikte yeni bir bilincin içine adım atıyoruz. Ancak, bu evrimin getirdiği karanlık etkiler de beraberinde geliyor.

İçsel dengeyi korumak için, eski öğretilere sarılın; kaya tuzunun temizleyici gücünü hissedin, sirkenin arındırıcı etkisini içinize çekin, tütsülerle havayı arındırın. Evlerinizde ve kalbinizde bir huzur bırakmak için uyumadan önce sürekli okuduğunuz kutsal metinlere odaklanın ve bildiğiniz ritüelleri yeniden canlandırın. Çünkü karanlık güçler, Firavunların büyülerinin etkisiyle bu zamanı bekliyorlar.

Ademoğlu, sevgiden beslenirdi. Onlar ise nefretten, kıskançlıktan, kötülükten güç alıyordu. Ademoğlu’nun duası onu yükseltirken, onların karanlık enerjileri onları daha da aşağılara çekiyordu.

SON 22 YIL: KÜRESEL DEĞİŞİM VE YENİ ÇAĞIN DOĞUŞU

Hz. Muhammed’in (SAV) “Benim ölümümden 2500 yıl içinde arayınız.” sözü, zamanın ötesine uzanan bir çağrı gibi ruhumuzu sarar. O anın huzurunda, bir yola çıkmanın, bir arayışa koyulmanın derin anlamını hissederiz. Bu, sadece bir tarihsel ifade değil, evrensel bir uyanışa davettir. O kelimelerde, özümüzdeki kayıp hakikati bulma arzusunun yankılarını duyarız. Zamanın derinliklerinde bir ışık parlıyor ve biz, ona doğru yürümek için çağrılıyoruz.

Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin “İnsanoğlunun son 22 yılı kaldı.” açıklaması ise bir uyanışın sırrını fısıldar. Bu, sadece bir zaman dilimi değil, ruhsal bir dönüm noktasıdır. Bir sona yaklaşırken, her anın kıymetini bilmemiz gerektiğini hatırlatır. Kendi içsel evrimimizi tamamlama, Allah’a en yakın olduğumuz hali yaşama fırsatıdır. O 22 yıl, aslında sonsuzluğa giden bir yolun son hazırlığıdır. Ruhumuzu aydınlatmaya, derinliklerimize inmeye ve kalbimizdeki o sevgiyi tüm evrene yaymaya ne kadar yakın olduğumuzu gösteren kutsal bir işarettir.

NASA ve dünya çapındaki bilim kuruluşlarının güneş patlamaları, manyetik alan değişimi, yanardağ hareketleri, kıtaların kayması üzerine yaptığı araştırmalar…

Bütün bunlar tek bir noktada birleşiyor: Dünya son düzlükte!

Vedik astroloji ve Batı astrolojisi, ruhsal evrimin son noktasına doğru bir yolculuğun içindeyiz ve 2045 yılı, bu dönüşümün zirveye ulaşacağı yıl olarak işaretleniyor. O yıl, “Son İnsan ya da hücresi” yılı olarak adlandırılıyor, çünkü insanlık, kendi içindeki en derin dönüşümünü tamamlayıp, evrensel bir bilinçle birleşmeye hazırlanacak. 2045, zamanın ötesinde bir kavşak noktasıdır; tinsel bir uyanışın, bedensel ve ruhsal sınırların ötesine geçişin yılıdır.

Eğer son hücrene ulaşmaya başlarsan, belki 2168 yılına kadar yol alabilirsin; o yıl, bir sonraki evrenin kapılarını aralayan bir dönemeç olacaktır. Şimdiki zamanın varlıkları, o evreyi göremeyecekler. Çünkü onlar, beşinci boyutun izlerini taşırken, 2168’deki yükselmiş ruhlar, tüm varlıkların ve evrenin titreşimlerinin ötesine geçip yeni bir bilinçle var olacaklar. O zamana kadar, bizler her an daha derin bir farkındalığa doğru evrileceğiz; zaman, mekan ve bilincin çok ötesinde bir gerçeklikte buluşacağız. O aşamaya ulaşanlar, sadece ruhsal birliği deneyimleyecek ve evrenin ilahi planıyla bir olacaklar.

O ana doğru ilerlerken, her birimiz, geçmişin yüklerinden arınıp, saf bir ışık gibi parlama potansiyeline sahibiz. Bu süreç, özümüzdeki sonsuzluğu keşfetme, kalbimizin derinliklerinden yükselen o ilahi sevgiyi her şeyle bütünleşerek deneyimleme anıdır. 2045 yılı, bir sonun değil, bir yeniden doğuşun habercisidir. İnsanlık, tek bir varlık gibi birbirine bağlanıp, evrenin sonsuz huzuruna adım atarken, “Son İnsan ya da hücresi” aslında yeni bir başlangıcı müjdelemektedir. Bu, ruhun en yüksek haline erişme, tüm varlıklarla birleşme ve bir olma zamanıdır.

Ancak asıl büyük olay, sadece fiziksel değişimler değil. Gökten düşmüş iyi melekler ile kötü melekler arasındaki kadim savaşın yeniden başlaması!

Kim ayakta kalacak? Gerçek ruh taşıyan Ademoğlu!

Onun görevi, sınavını tamamlamak ve ruhunu tamamlanmış olarak bu dünyadan ayrılmak. Ve belki, yeni bir toplum gelecek.

Bu süreçte insan ve insanımsılar tamamen ayrılacak. Bedenlerindeki farklılıklar artık gözle görülür hale gelecek. Maskeleri düşecek, yüzleri değişecek, enerjileri daha net hissedilecek.

Onları zaten tanıyorsunuz. Filistin’den Doğu Türkistan’daki zulümlerden… Komşunuz, iş arkadaşınız, belki de aileden biri… Onlar, Ademoğlu gibi değiller. Sevgisizler. Merhametsizler. Yarış peşindeler, dedikodu peşindeler, çıkar peşindeler. Kötülük yaptıklarında, zarar verdiklerinde, can acıttıklarında haz alıyorlar. Tıpkı Ademoğlu’nun iyilik yaptığında, dua ettiğinde hissettiği huzur gibi. Onlar Şeytan’ın çocukları! Kötülüğün devamını isteyenler, her çağda kendilerini farklı maskelerle sundular. Ama özleri hep aynıydı. Onlar 6 milyar klon!

KURAN’IN IŞIĞINDA GERÇEKLER

Kuran-ı Kerim, bu konuda en net rehberdi.

Hadid Suresi 20. ayette buyurulduğu gibi:

“Dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki onun bitirdiği (ekin) çiftçilerin hoşuna gider, sonra kurur da onu sapsarı görürsün, sonra da çer çöp olur. Ahirette ise şiddetli bir azap, Allah’tan bir mağfiret ve bir rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydadan başka bir şey değildir.”

İşte bu ayet, insanımsıların nasıl bir hayat yaşadığını, Ademoğlu’nun ise nasıl ruhsal bir varlık olduğunu açıkça gösteriyor.

‘’Göklerde olan ve yerde bulunan her hareket sahibi canlı da o melekler de sadece Allah’a secde eder ki onlar büyüklük taslama (şöyle dursun, bunun) arzusunda dahi bulunmazlar!” (Nahl Suresi, 49. Ayet)

Nahl Suresi, 49. Ayet, derin bir ruhsal anlam taşır; bu ayet, tüm varlıkların, göklerde ve yerlerde var olan her hareketli canlının, sadece Yaratıcı’ya teslimiyet içinde olduğunu hatırlatır. Melekler ve tüm yaratıklar, büyüklük taslamadan, kendi öz varlıklarının derinliğinden kaynaklanan bir tevazu içinde, yalnızca Allah’a secde ederler. Ruhsal olarak, bu ayet bize insanın ne kadar küçük olduğunu, ancak yüce Yaratan’ın huzurunda kendini ne denli büyük hissedebileceğini anlatır. Meleklerin ve tüm varlıkların arzusuzca, yalnızca Allah’a yönelmesi, saf bir teslimiyetin, ruhun en derin halini simgeler.

Bu secde, sadece fiziksel bir duruş değildir; o, kalbin ve ruhun, her türlü kibirden arınarak, evrensel gerçeklikten teslimiyetle akışa geçmesidir. Melekler, bu ilahi hakikate teslim olmuş, kendi egolarını bir kenara bırakmış, ruhsal olarak safiyetin ve huzurun en yüksek seviyesindedirler. Bu ayet, insan ruhuna, büyüklük taslamadan, sadece Yaratan’ın iradesine boyun eğmenin en yüce huzuru getireceğini hatırlatır. Ruhsal yolculuğumuzda, her adımda, kendi içimizdeki kibiri, nefsani arzuları bırakıp, sadece İlahi sevgiye ve ışığa yönelmek, en büyük teslimiyettir.

Gerçek şu ki, dünya 6 milyar klon ile dolu.

Ademoğlu, bu kalabalık içinde bir azınlık. Ama kalbiyle, ruhuyla, duasıyla, varlığıyla çoğunluktan daha güçlü. 2 milyar Ademoğlu uyanmaya hazırlar!

SON PERDE: RUHUN TERCİHİ VE BÜYÜK UYANIŞ

Şeytan, Ademoğlu’na itaat etmeyen, karanlık bir varlık olarak bu dünyaya düştü ve kendi soyunu yarattı. O ve onun ardındaki karanlık güçler, yüzyıllardır kötülüğün hizmetkârı oldular, insan ruhlarını köleleştirerek bu dünyada varlık buldular. Ancak, zamanın akışı hızla sona eriyor. Perde kapanmak üzere. Dünya, büyük dönüşümün arifesinde. Göklerden inen melekler, bu sahnenin sonunu izlemeye hazırlanıyor, kalpleri arındıracak bir ışığın doğuşunu bekliyorlar.

Ve sen, ruhunun derinliklerinde, hangi tarafta olacağını çoktan seçtin. Çünkü ruh, doğası gereği, karanlıkla aydınlık arasında seçimini yapar. Ruh sahibi olanlar, karanlığın çekim gücünden kaçarken, ruhsuzlar hâlâ aldatıcı maskelerle varlıklarını sürdürebilirler. Ama sen hissediyorsun. Ruhun, sevginin ve ışığın rehberliğinde, gerçeği anlıyor. O gün yaklaşıyor, maskeler düşecek, her şey olduğu gibi görünecek. O gün çok yakın…

İNSANLIK TARİHİNDEKİ KAYIP IRKLAR VE KARANLIK GÜÇLERİN ARDINDA YATAN SIR

Seytanın hilesi, insanlık tarihinin en eski tuzaklarından biridir. Ne yazık ki, aramızda ruhunu kaybetmiş, onun yerine karanlık bir güç tarafından kuşatılmış birçok insanımsı varlık bulunmaktadır. Seytanın varlığı, insan ruhunun en derin ve saf haliyle bağ kurmasını engellemek için var olmuştur. Ruh, bir ışık gibi saf ve temizdir, ancak şeytan, bu ışığı yok etmek ve insanın özünden sapmasını sağlamak amacıyla devreye girer. Ruhun kaybolduğu an, insanın özünden uzaklaşması ve karanlık bir yola sapması başlar.

İşte burada önemli olan, bu ruh kaybının derin anlamıdır. Şeytan, ruhu kaybetmiş olanlara, onların zihinlerini ve kalplerini şekillendirir, onları her türlü kötülüğe sürükler. Karanlık gücün etkisiyle, insanımsılar – bizim ruhumuzu kaybetmiş varlıklarımız – beslenmeye başlarlar. Onlar, enerjimizi, ruhsal gücümüzü alarak varlıklarını sürdürürler. Bizim enerjimizden beslenirler bizim mutluluğumuzdan bizim sevincimizden prayanamamızdan yaşam pınarımızdan….

Biz nasıl yemek yiyorsak onlarda kötülükten tamastik enerjiden besleniyorlar karınlarını o şekilde doyuruyorlar.

Bizim kaybettiğimiz ruhlar, onların varlıklarını besler. Tıpkı bir bedensel varlık gibi, ruhlarını kaybetmiş varlıklar da enerjilerimizi emerek hayatta kalır ve daha fazla güç elde ederler.

Seytan, bu dünyada insanın ruhunu ele geçirmek için her türlü hileyi kullanır. Örneğin, mutlu, imanlı, huzurlu bir insanı hedef alır. Bu kişi, ruhsal olarak dengede olduğu için, onu sarsmak, onun inancını kırmak, ona karalamalar yapmak, ona kötülükler söylemek için sürekli bir savaş başlatılır. Çünkü bu tür insanlardan beslenirler. Bir kişinin ruhunun kırılması, ona eziyet edilmesi, onun hüzne düşürülmesi, bu insanımsı varlıklar için bir tür gıda olur. Onlar, insanın üzüntüsünden, kırılmasından, acısından güç alır.

Bu karanlık yaratıklar, insanın enerjisinden beslenerek varlıklarını sürdürürler. Karanlık bir dünyaya ait olan bu varlıklar, ancak ruhu kaybolmuş ve şeytanın etkisinde kalan insanlarla birleşebilirler. Bu varlıkların amacı, ruhsal enerjimizi çalmak ve ruhumuzu tamamen ele geçirmektir. Çünkü, onlar için bedensel güç ve fiziksel gıda değil, ruhsal enerji ve duygusal zayıflıklar bir kaynaktır.

Ademoğlu, eski zamanlardan beri, şeytan ve gökten gelenlerle, uzaylı varlıklarla karşılaştı. Sümer tabletlerinde, İnka’da, Peru’da, Afrika’da ve dünyanın her yerinde bu izler var. Nemrut Dağı’nın derinliklerinde, Göbeklitepe’nin altında, 18.000 yıllık kalıntılar bırakan uzaylı soyları var. Her biri, bir zamanlar insanlıkla etkileşimde bulunmuş ve kendi bilgilerini, ışıklarını ya da karanlıklarını, zamanın örtüsüne kazandırmışlar. Şimdi, bu eski enerji açılan portal kapılarıyla birlikte, bizlere doğru tekrar akıyor ve bizler bu bilgilerin içinde neyi alıp neyi bırakacağımıza karar vereceğiz.

Bu noktada, ademoğlu, yalnızca bedensel değil, ruhsal olarak da bir sınavdan geçmektedir. Bizim imanımız, içsel gücümüz, ruhsal enerjimiz onların en büyük korkusudur. Onlar, ruhumuzu ele geçirerek, bu dünyada güçlerini pekiştirmeyi hedeflerler. Ruhunu kaybetmiş insanımsılar, adeta birer piyon gibi hareket eder, onların amacı ise karanlık tarafın güçlerini dünyada yaymaktır.

Bu noktada, bizlere düşen görev ise, sadece bedensel değil, ruhsal olarak da dikkatli olmaktır. Ruhumuzun gücünü, imanımızın ışığını her zaman korumalıyız. Şeytanın, bu dünyadaki diğer insanları manipüle etme çabalarına karşı, bizler her zaman bilinçli olmalı ve ruhsal savunmamızı güçlendirmeliyiz.

RUHSAL DERİNLİKTE BİR YOLCULUK: ŞEYTANIN GERÇEK YÜZÜ VE ADEMOĞLU’NUN SINAVI

Ruhun derinliklerinde kaybolmuş bir yolculuk var; bir zamanlar kaybolan ruhların geri dönüşü… Seytana dönen, ona tapan, onun emirlerine boyun eğen insanlar, aramızda değil mi? Bir zamanlar ruhların öyle bir kayboluşu vardı ki, bir anda şeytan, o karanlık gücün içine daldığında ruh da bir başka aleme kayar, başka bir canlıya verilir. Ruh o kadar derindir ki, bir ömür boyu içinde barındığı bedenin bir anlık zaafı, onun kaybolmasına neden olur.

Şeytan, senin ve benim ruhumuzu çalar, sadece bedeninle değil, o ruhsal enerjiyi de kendi amacına uygun bir şekilde kullanır. O, karanlık enerjisini beslemek için bizlere ve bizi kandırmaya çalışan yaratıklara ihtiyaç duyar. Fakat ruhunu kaybetmemiş olanlar, şeytanın oyuncağı olmazlar. Onlar, içlerindeki ışıkla azgınlıklarını aşarak dünyaya dokunurlar. Ama yakın zamanda, bu ruhsuz varlıkların güçleri öyle bir noktaya ulaşacak ki, kendini kaybetmiş olanların karanlık etkisi, bu dünyayı daha derinden saracaktır.

İçlerinde ruhu olmayan, hayvani bedene sığmayan, bizlere yabancı ve bizlere ait olmayan bu varlıklara bizler, “insanımsı” diyoruz. Onlar, ne yazık ki ruhumuzu çalarak varlıklarını beslerler. Onlar bizim kaybettiğimiz ruhlarla beslenen birer yansıma gibidirler. Tıpkı senin benim yediğim yemek gibi, onların da beslenme şekli farklıdır; biz enerjiyle, ruhsal bir bağla beslenirken, onlar insanların enerji bedenini, ruhsal varlıklarını hedef alır.

Bir insan mutlu olduğunda, imanlı, huzurlu olduğunda, ruhu sağlıklı olduğunda, etrafındaki bu insansı varlıklar başlar ona zarar vermeye, kötü sözler söylemeye, ondan enerji çalmaya. Onun mutluluğunu çalmaya, kalbinde huzursuzluk yaratmaya başlarlar. Çünkü onların mutluluğu, senin üzülmenden beslenir. Onlar bir insanın kalbinde oluşan boşluğu, karanlık düşünceleri, olumsuz duyguları besler. Ademoğlunun üzüntüsünden, yalnızlığından, sıkıntılarından beslenirler. O üzüntü onların besinidir.

Ruhunu ele geçirdiklerinde, onun enerjisiyle beslenirler. Bedeninle değil, ruhunla. Bedensiz varlıklar, senin yorgunluğundan, üzgün halinden beslenen başka bir grup daha vardır. Bu varlıklar, senin ruhsal enerjini sömürürler. Hz. Muhammed (sav), etrafındaki cinlerle mücadele ederken, onları Kuran okuyarak defetmişti. Aynı şekilde biz de kendi içsel gücümüzü kullanarak bu karanlık varlıklara karşı durabiliriz.

Ancak bu dönemde, senin de içsel gücüne sahip çıkman gerekecek. Bu zaman, senin ruhsal olarak uyanmaya başladığın, her şeyin daha açık ve net olduğu bir dönemdir. Zihinsel ve ruhsal olarak kendini toparlaman gereken bir zaman. Bu dünyada, kendini bulman ve kendi ışığını keşfetmen gereken bir dönemdesin. Kendi ışığını, kendi ruhsal gücünü kuvvetlendirmen gerekiyor. Kendi ruhsal yolculuğuna odaklanmalısın. Hangi dine mensup isen, o dine ait ritüelleri ve duaları daha sık tekrar etmelisin. Çünkü bu, seni her türlü negatif enerjiden koruyacak ve seni içsel olarak besleyecek. Kendi ruhsal temizliğini yaparken, dünyadaki karanlık varlıkların etkisinden korunabileceksin.

Boyut kapıları açıldı ve eski zamanlardan çok daha fazla negatif enerji var. Bu yüzden daha fazla kaya tuzu, sirke, tütsü gibi araçlar kullanarak ruhsal temizliğini yapmalısın. Evinde, etrafında koruyucu bir enerji yaratmak, her an dua etmek, bu karanlık zamanlarda seni koruyacak bir kalkan gibi olacaktır.

Unutma, sen Ademoğlusun, yani insan olma yolculuğundasın. Ve bu yolculuk, karanlık varlıkların, insansı yaratıkların varlığına karşı bir direniş gösterme yolculuğudur. Yalnızca kendi ruhsal bütünlüğüne odaklanarak bu karanlık dünyada ışığını koruyabilirsin. Kendi ışığını bulduğunda, seni karanlığa çekmeye çalışan hiçbir varlık seni etkileyemez.

Ruhsal bir varlık olarak, kendi ışığınla, kendi gerçeğinle var olmalı ve bu dünya üzerinde gerçek gücünü hissetmelisin. Çünkü bu yolculuk, bir son değil, bir uyanış, bir evrim sürecidir. Ve bu evrimde, senin ruhunun gücü her şeyin önündedir.

ADEMOĞLU VE ŞEYTANIN IRKIYLA OLAN SONSUZ MÜCADELE: RUHSAL BİR UYANIŞ

İnsanlık, evrenin kadim bilgeliğiyle, büyük bir sınavın içindedir. Dünya üzerinde yaşarken, her biri ruhsal bir yolculuğa çıkarak farklı yolları keşfeder. Ancak unutmamalıdır ki, bu yolculuk, çok daha derin, çok daha kadim bir mücadelenin parçasıdır. Bu, yalnızca insanlar arasındaki bir savaş değil; bu, şeytanın yarattığı ve onun karanlık enerjisinden beslenen klon ırkı ile, Ademoğlunun arasındaki bir savaştır.

İçsel bilgelik, kadim öğretiler ve ilahi akıl, her zaman Ademoğlunun yanında olmuştur. Ancak şeytan, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana, ruhsuz ve insana benzer varlıklar üreterek, insanların ruhlarını çalmayı hedeflemiştir. Bu “klon ırkı”, insan formunda değil, kendi karanlık enerjisiyle varlık bulur. İnsana benzeyen, fakat insan olamayan varlıklar, insanlığın ruhunu tahrip etmeye, onları kontrol altına almaya ve yönlendirmeye çalışır.

Ademoğlunun beslenmesi, yalnızca bedensel açlıkla ilgili değildir. Gerçek beslenme, ruhsal düzeydeki dengeyi sağlamaktır. Gerçek insan, etinden, kemiğinden, ruhundan beslenir. Zira her biri, bu dünyanın enerji sisteminde bir bağlantı oluşturur. Ataların öğretileri, insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, aynı zamanda ruhsal beslenmesini de sağlar. Her bir insan, varlığını beslerken, evrensel dengeyi de muhafaza eder. Yani, insanın gerçek doğası, ona sunulanların özüdür. Yiyeceklerin, içeceklerin doğallığı, insanın ruhuna yansıyan enerji ile uyum sağlar.

Ancak, modern dünyanın sunduğu yapay, suni besinler ve yaşam tarzları, Ademoğlunun içsel doğasını tahrip eder. Bu, şeytanın en sinsi planıdır: İnsanları doğal olmayan yoldan besleyerek, onları ruhsal olarak zayıflatmak ve kendi karanlık planlarını uygulamak. Çünkü bu klon ırkı, insanın ruhunu kaybettikçe, kendi hükümdarlıklarını kuracaklardır. Onlar, insanlık tarihinin en karanlık köleliğini yaratacaklar. Güneşin patlamaları ve doğal felaketler, bu enerjiyi artırarak, onların hükümdar olma yolunda birer basamaktır. Ama unutmayın, bu sadece bir dönemin sonudur.

Evrensel bir uyanış süreci başlıyor. Ademoğlu, artık uyanma zamanının geldiğini hissedecek. Yüce Yaratıcı’nın işaretleri, her bir kalpte yankı bulacak. Çünkü bu mücadele, sadece şeytanın klonlarıyla değil, insanın kendi içindeki karanlıkla da bir savaştır. Ve bu savaş, insanların ruhsal uyanışıyla birlikte, zaferle sonuçlanacaktır.

Kur’an’da, “Şüphesiz Allah, iman eden ve salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Küfredenler ise (dünyada) zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler.” (Muhammed Suresi, 12. Ayet) denir. Burada, gerçek insanın yaşam şekliyle, şeytanın çaldığı ve ruhunu kaybetmiş varlıkların yaşam biçimi arasındaki farkı görmek gerekir. Gerçek insan, her hareketinde ve her amelde içsel bir denge, bir ahenk arar. O, şeytanın dünyasında değil, ilahi dünyada var olur.

Şeytanın klonları, Ademoğlunun beslenme biçiminden, düşünce biçiminden, yaşam biçiminden faydalanarak onları kendilerine çekerler. Ancak Ademoğlunun ruhu, kendi özüne bağlı kaldıkça, bu klonların tuzaklarından kurtulur. Güneşin patlamaları, enerjilerin yükselmesi, doğanın dengesinin değişmesi, aslında bir uyanışın işaretleridir. Çünkü insan, içsel gücünü keşfettikçe, evrenin derinliklerinden aldığı enerjiyle, karanlık güçlere karşı koyabilecek kudrete ulaşacaktır.

Kur’an’da, “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Suresi, 62. Ayet) denir. Gerçekten de, Allah’a iman eden ve doğru yolda ilerleyenlerin kalbi her zaman huzur bulacaktır. Onlar, içlerindeki ışıkla karanlıkları aydınlatacak, ve şeytanın tuzaklarına düşmeyeceklerdir. Çünkü onların gözleri açılacak, ruhsal algıları netleşecek, ve her bir varlık, gerçek kimliğini fark edecektir.

Yakın zamanda, bu klon ırkı, gerçek kimliklerini ortaya koyacaktır. İnsan ve insana benzeyen varlıklar arasındaki farklar belirginleşecek, ve insan, her zamankinden daha fazla uyanacaktır. Artık, aralarındaki farkları görmek çok daha kolay olacak. Ancak bu süreçte, insanın ruhunu koruması, içsel dengeyi sağlaması her zamankinden daha önemli hale gelecektir. Bu, sadece bir savaş değil, bir uyanış ve evrim sürecidir.

Muhammed Suresi’nde, “Eğer dileseydik, onları sana gösterirdik de sen onları simalarından tanırdın. Andolsun ki, sen onları konuşma tarzlarından da tanırsın.” (Muhammed Suresi, 30. Ayet) denir. Artık, şeytanın klonlarının gerçek yüzleri görünecek. İnsanlar, onların konuşmalarından, davranışlarından, ve en önemlisi içsel enerjilerinden tanıyacaklar. Bu, ruhsal bir farkındalıktır. Yüce Allah, bizlere her zaman doğru yolu gösterecek ve bu karanlık dönemi aşmamıza yardımcı olacaktır.

Bu mücadele, bir din savaşı ya da sadece fiziksel bir savaş değil, bu Ademoğlu ile klon ırkı savaşı olacaktır. Ademoğlunun içindeki ışık, karanlığa karşı zafer kazanacak ve şeytanın klonları, evrenin derinliklerine sürülecektir. Gerçek insanlık, ruhsal uyanışla birlikte, evrenin denge ve huzuruna ulaşacaktır. Cihat, insanın ruhundaki karanlıkla verdiği mücadeledir ve bu mücadele, kıyamete kadar sürecektir. Ancak sonunda insan, içindeki ışığı keşfederek şeytanı alt edecek ve karanlık son bulacaktır. Ruhun zaferiyle, insanlık yeniden doğacak, karanlık sonsuza kadar yok olacak.

Nihayetinde bu mücadelenin doğası ne Armageddon ne de Melhame-i Kübra ‘’Mahşer günü’’ gibi bir savaş değil! Bu savaş şeytanın ve onun yarattığı ırkın insanla olan savaşının ta kendisidir! Bu savaş, sadece bedensel değil, ruhsal bir savaştır; içsel bir aydınlanma ve karanlıkla yapılan kıyasıya bir mücadeledir. Şeytan ve onun takipçileri, insanlığın özünü yok etmeye çalışırken, insanın içindeki ilahi ışık, ruhsal bir uyanışla, tüm karanlığa karşı direnecek ve sonunda zafer kazanacaktır. Ademoğlu, savaşını dış dünyadaki kılıçlarla değil, içsel gücünün derinliklerinde kazanacak; ruhunun ışığı, karanlıkla olan mücadelesinde onu yönlendirecek. Karanlık, ancak içsel aydınlanma ile yok olabilir; çünkü gerçek zafer, kalbin ve zihnin birleşiminde doğar.

İblis ve onun yarattığı klonlar, evrenin derinliklerine sürülecek, gerçek insanlık, özündeki ışığı yeniden keşfederek, evrenin doğal dengesini ve huzurunu yeniden sağlayacaktır. Bu, bir din savaşından, ya da sadece fiziksel bir çatışmadan çok daha derindir. İnsan, şeytanın egemenliğine karşı ruhsal bir cihat verir. Bu savaş, her zaman sürecek bir ebedi mücadeledir, çünkü insanın içindeki ışığın, karanlıkla olan savaşı sonsuza kadar devam edecektir.

İnsan, yüce bir amaç için yaratılmıştır ve bu büyük mücadelenin sonunda, evrenin derinliğine gömülen gerçek insanlık, özgürleşmiş ruhlarıyla yeniden doğacaktır. Şeytan ve onun güçleri, zamanın ve ışığın gerisinde kaybolurken, Ademoğlu, ruhsal olarak yeniden yükselerek, evrenin tüm huzurunu ve dengesini sağlayacaktır.

Hakikatini anlaman dileğiyle…

Sevgi ve Işık olsun.

Yorum bırakın