İçeriğe geç

Etiketfeatured

VEBA SALGINI- KARA ÖLÜM

Sn. Fatih Altaylı’nın hazırlayıp sunduğu ‘Teke Tek’ programında her yeni yıla girerken konuk olarak aldığı kitaplarına ve bilgisine hayran kaldığım Astrolog-Yazar Sn. Öner Döşer’in ‘’Gezegenlerin Gücü ve Gezegenlerin Kavuşumu’’ adlı kitabında da bahsettiği üzere ‘’Salgınlar’’ hakkında referans gösterdiği 19. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış Ankaralı müneccim-şair Müderriszâde Sadullah el-Ankaravî’nin 1345-1351 yılları arasında yayılmış olan ‘Kara Veba’ salgın hastalığı hakkında yaptığı yorumlara değinip, büyük düşünürlerin de dediği gibi, o dönemde çıkmış olan veba salgınının hangi hakikate dayalı olduğunu ve Avrupa’ya nasıl hızla yayıldığını tarihi kaynaklarıyla birlikte sizlere bahsedeceğim.

THALASSA! THALASSA!

“ …Beşinci gün bir dağa vardılar; dağın adı Thekhes idi. Öncüler dağa vardığında ve denizi gördüklerinde büyük bir gürültü koptu. Ksenophon ve artçılar bunu duyunca ön taraftan da başka düşmanların saldırdığını düşündüler….Çığlık devamlı çoğalıyor ve yakınlaşıyordu, civardaki askerler de devamlı çığlık atan askerlere doğru koşuyordu. Askerlerin sayısı arttıkça çığlık çok daha güçlü hale geldi; Ksenophon artık çok önemli şeyler oluyor diye düşünmeye başladı ve atına atladığı gibi yanına Lykioslu süvarileri alıp yardıma koştu. Hemen ardından askerlerin “Deniz! Deniz!” diye haykırışlarını ve bu haykırışların ağızdan ağıza yayıldığını duydular. Ardından bütün artçı birlikler koşmaya başladı; hem yük hayvanları koşuyordu hem de atlar… Herkes zirveye vardığı anda, komutanlar ve yüzbaşılar da dahil olmak üzere hepsi gözyaşları içinde birbirlerine sarıldılar….”

MARATHON KOŞUSU

Taze kurulan demokrasileriyle ve ardından Pers bozgunuyla özgüveni yeniden yerine gelen Yunanlar, Yunan altın çağının müjdesini vermişlerdi.

Atinalıların ilk kez Persleri kovduğu Marathon Savaşı’nda henüz 35 yaşında olan genç asker Eshilos’sa, Yunanların en etkileyici trajedilerinden bazılarını yazarak tarihteki en büyük oyun yazarlarından biri olmuştu. Böylelikle Antik dünyanın en önemli edebiyat ve kültür dönemimin kapılarını açan Eshilos, Yunan askerlerinin cesaret ve dayanıklılık sınavını verdiği Marathon koşusunu ‘’Eski Yunan Tragedyaları’na’’ yazmış, bugün hala ”Modern Olimpiyat Oyunlarında” anılmasını sağlamıştır.
MÖ 5. yüzyılda Atina Akropolisi’nde inşa edilmiş, Yunan mimarisinin en büyük eseri olarak kabul edilen Parthenon, Perslere karşı Atina’nın bütün Yunanistan’ın önderi olma rolünü de kutlamak amacıyla yapılmıştır. Özgürlükleri ve demokrasi için savaşarak ölen Atinalıları!

KAHİRE’NİN GİZLİ MÜCEVHERİ: ÇÖP ŞEHİR MOKATTAM

Kahire’nin klostrofobik, köhne sokakları arasında sıkışmış, Gize yakınındaki piramitleri inşa edenlerin ruhaniyetiyle bir saklı gizem havası yayan Mokattam şehri, kasvetli görünüşü ve zayıf şöhretlerine rağmen, papaz muhafızları tarafından canlılığı korunmuş, ağır çöp kokusu ve oyma kabartmalı mağara kilisesiyle insanı hayal dünyasına davet eden büyüleyici bir hava sunmaktadır.

Mısır’da piramitlerin içine girmekten bile daha çok etkilendiğim bu şehirde bana hissettirdiklerini ve keşfettiğim ayrıntıları paylaşmadan gelin hikayesine birlikte bakalım.

ZAMAN YENİDEN BAŞLARKEN: BİRLEŞME VE BİRLEŞTİRME VAKTİ GELDİ

Çağımızın en büyük derdi olarak gösterilen, birbirlerinin hakkından bir türlü gelemeyen ve birbirlerine devamlı diş bileyen iki düşman güç haline gelmiş gibi gösterilen bilim ve dinin aslında kainattaki her şeyde olduğu gibi bir bütün halinde kullanılıyor oluşlarını bilseydik her şey nasıl değişebilirdi?

BİLİM ŞEHİDİ; KUTLU HANIMEFENDİ, AZİZ HYPETİA

O ölümcül günde, Hypedia at arabasından çekilip alındı, çırılçıplak soyuldu, Caesarion isimli kiliseye götürüldü ve vaiz Peter ile acımasız bir yobaz sürüsünün elleriyle insanlık dışı bir biçimde katledildi: Eti keskin istiridye kabuklarıyla kemiklerinden ayrıldı, titreyen organlarını Cinaron adı verilen bir yerde  ateşe atıp yaktılar.

NARDUGAN’INIZ KUTLU OLSUN!

‘’Türkler’in Orta Asya’dan göç etmeden ve tek tanrılı dinlere geçmeden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir “akçam ağacı” buluyor. Bu ağacın tepesi, gökyüzünde oturan Tanrı Ülgen’in sarayına kadar uzuyor ve buna “hayat ağacı” diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde de görebiliriz. Tanrı Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kırmızı kaftan giymiş olarak sarayında oturuyor ve geceyi, gündüzü, güneşi yönetiyor. Astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor. Güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu Türkler, büyük şenliklerle “akçam ağacı” altında kutluyorlar. Güneşi geri verdi, diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin, diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar; dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı’dan. İnanca göre, bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş. Bu bayram için evler temizleniyor ve güzel giysiler giyiliyor; ağacın etrafında şarkılar söylenip oyunlar oynanıyor. Yaşlılar ziyaret ediliyor; aileler…

APOLLO’NUN GÖZYAŞLARI

Apollo, tanrı Zeus ve tanrıça Leto’nun en güzel oğluydu, o tanrıların en güzeliydi. Saçları altın rengi ve gözleri gök mavisiydi. Masmavi bir tunik giyerdi. Giydiği giysi yüzünü ve bedenini daha da parlatırdı. Panter gibi güçlü ve parıldayan bir derisi vardı, göz alıcıydı. İnsanların yüzleri onu görünce aydınlanırdı. Üzerinde yay ve oklarını taşırdı. Altından arabası ve atları vardı. Geçtiği yerlere alev ve ışıltı bırakıyordu…

HİÇ DUYMADIĞIMIZ DÜNYA’NIN EN ÖNEMLİ BİLİM İNSANI

Yaklaşık 1 milyon yıl önce büyük bir göktaşı kendinden çok daha küçük göktaşını sektirip onu yeni bir rotaya soktu. 50.000 yıl kadar önce bir çarpışmayla sonlanan bir rotaya… Büyük kanyonun semalarında görününce buraların huzurunu bosmuş olmalı. Arizona adı verilecek işte bu krateri yarattı!