İçeriğe geç

 KAÇKARLAR

NE HALİN VARSA GEZ

Geçen yıl Karadeniz’i Batı’dan Doğu’ya kadar boydan boya gezmiştim. Öylesine etkilenmiştim ki gözyaşlarımı tutamamıştım. ”Allah’ım yarattığın mucizelere hayranlık duyuyorum” demiştim yüksek sesle. Bu yıl da yine Karadeniz Bölgesi’ne gitmem gerektiğini hissettim. Karadeniz Bölgesi için Bukla Tur’dan araştırmalarımı yaptım. Bu konu da en iyisi olduğunu defalarca arkadaşlarımdan duymuştum. Bukla Tur Karadeniz’in bir çok ve en iyi yerleri için harika turlar düzenliyor. Bukla Tur’un tüm programlarının çıktılarını aldım. Caddebostan sahilde en iyisini bulabilmek için hepsini yan yana getirip listeledim. Yedi seçenekten birini seçtim. Yani en zorunu. ”Trans Kaçkar” Karadeniz turlarının içerisinde en zorudur. Çok zorlu bir gezi olacaktı benim için. Çünkü tırmanış gerektiren dik patikalar ile karşı karşıya kalacaktım. Kaçkarlar, Doğu Karadeniz sahili boyunca uzanan bir dağ sırasıdır. En yüksek noktası Kaçkar Kavrun Dağı 3932 metre yüksekliktedir.

Bukla’dan bir tur paketi satın aldığınızda ulaşım imkanı sağlamıyor. Bu yüzden kendi imkanlarınızla Trabzon’a gitmek zorundasınız. Bavul hazırlamak da her zaman zorlanmışımdır. Çünkü genelde kış tatillerini ya da soğuk iklimi olan yerleri tercih ediyorum da ondan. Bu yüzden bavullar epeyce şişkin oluyor. Bavul hazırlarken geometri, fizik ve matematiğe kesinlikle ihtiyaç duyuyorum. 🙂 Uçak, araç ya da otobüs tercihiniz olabilir. Ben Trabzon’a otobüsle gittim. Çünkü uçak biletlerini önceden almazsanız saatlerce süren akratmalı uçuşlar için bile çok yüksek paralar ödeyebilirsiniz. 17.5 saat sürek otobüs yolculuğumu bol bol uyuyarak rahatlıkla yaptım:)

Saat 09:00’da Trabzon Otogar’ına indiğimde benim gibi aynı tur için bekleyenler vardı. Kısa sohbetlerle ilk tanışmayı yaptık. Saat 10:00’da Bukla Tur’un servis aracı bizi alıp Trabzon Havalimanı’na götürdü. Havalimanın’dan alınan diğer Kaçkarcılarla birlikte 10:30’da alandan ayrıldık. Daha sonra Trabzon’dan Rize Ayder’e doğru yol aldık. Yaklaşık 2 saatlik araç yolcuğundan sonra Çinçiva Köprüsü’nün yanında Osmanlı Restoran da Karadeniz’in yöresel yemeklerini yedik. Yemeklerin güzel olmasının yanı sıra pahalılığı dikkat çekiciydi. Bir muhlamaya 20 TL para verlmez ki canım! 🙂 Tulum ile birlikte horon teptik. Tulumu çalan da bizden bayram harçlığı istemez mi! Haydaa… 1 saatlik moladan sonra 20 dakika kadar yol aldık. Tar Deresi parkurun da gidiş-dönüş 1,5 saatlik yürüyüşümüzü tamamladık. Tar Deresi’nde yüzmesekte şelalenin altında fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedik. Masmavi bir sümüklü böcek gördüm. Renklerine bayıldım. ”Yine Allah’ım sen ne de güzel yaratıyorsun.” demeden kendimi alıkoyamadım. Tar Deresi parkurunun önünde minik bir kafe de kısa bir mola alarak haşlanmış mısırlarımızı yedik.

IMG-20170909-WA0077-01[1]
Tar Deresi Parkuru

Tar Deresi parkurundan çıkıp minibüslerle Ayder Yaylası’n da konaklayacağımız Oberj isimli otele geldik. Odalar küçük olmasına rağmen manzarası karsışında büyülendim. Akşam yemeği için yemek salonuna geçtik ve yavaş yavaş grupla tanışma faslımız gerçekleşti. Herkesin heyecanı ve mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Yemekten sonra kocaman kırmızı minderleri olan çardağa geçtik. Burada tur rehberimiz Murat, bize ertesi günkü program hakkında bilgi verdi. Programın zor olacağını az çok biliyordum. Ancak bu kadar da değil!

İkinci günün sabahı 04:30’da uyandık. 05:00’de kahvaltı yaptık. Kahvaltı da yapacağımız sandiviçlerin bize bugün öğle yemeğinde ne kadar iyi geleceğini henüz bilmiyorduk. Ekmek yemediğim için ekmeğin içini bolca peynir, domates ve salatıklarla doldurdum. 🙂

Yanımıza bir de kumanya verdiler. Elma, meyve suyu ve çikolata. Elma dışında yine benim pehrizime uygun olmayanları çıkardım. Ta ki o büyük güne kadar! 🙂 Sabah 6’da minibüslere dağ çantalarımız yüklendi. Bu çantalar bir sonraki gün konaklayacağımız Hevek’e gidecekti. Minibüsle Palaçkur Yaylası’na gittik. Ve yürüyüşe başladık. Daha başlangıç noktasında dik patikalarla karşı karşıya kaldık. Batonlar bu noktada çok ise yaradı. Özellikle yırtık olan sağ ve sol menisküslerim için oldukça faydalıydı. Batonlar kesinlikle bacaklarımıza ayaklarımıza ve bileklerimize binen yükü azaltmakla kalmıyor, bilimsel araştırmalara göre de inişte ayak bileğinize binen zorlayıcı gücün etkisini %25 oranında azaltıyormuş. Kesinlikle baton almak da hiç pişman olmadım.

2017-09-09-15-22-51-01[1].jpeg
Deniz Gölü’nde mola

Palaçkur Yaylası’ndan sonra 12 km’lik yürüyüşümüze başladık. 12 km deyip geçmeyin. Ben o 12 km’yi normalde 1,5 saatte İstanbul’da Bakırköy-Florya sahil arası yapıyordum. Ama bu 12 km bize 10 saate mal oldu. Yanlış duymadınız 10 saatlik çok zorlu bir parkurdu. Geçitten yaklaşık 4 km sonra 2300 metrede Salafet Yaylası var. Burada kısa bir mola verip, sularımızı tazeledikten sonra yürüyüşümüze devam ettik. Rehberimiz Murat ara ara ayak, su molası verse de hepimizin dilleri damakları kurumuş, adeta dalaklarımız dışarı çıkmıştı. 🙂 Salafet Yaylası’nda mola verirken de fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedik. Salafet Yaylası’nda sonra Karamolla Mezrası’na vardık. Ve ardından Körahmet geçidine. Hepimiz yere yığılmıştık. Merak edenler için söylüyorum: Tuvaletlerimizi mola yerlerinde büyük bir taşıların arkasına yaptık. Tuvalet kağıdı var mı diye sormayın. 🙂 Doğal yaşamda herşey mübahtır. Yapraklar çok ise yarıyor. 🙂 3100 metreye kadar başlarda az eğimli, ama sonrasında dik eğimli tırmanışlarımız oldu. 3100 metre Körahmet geçidinden sonra dik parkurdan aşağıda doğru indik. Aşağıya derenin yanına indik. Şişmiş ayaklarımızı hafifletmek için buzdan daha soğuk olan dereye ayaklarımızı sadece 1’er saniye aralıklarla sokabiliyorduk. Dere de meyve sularımızı 2 dakika da soğuttuk. Sabah kahvaltı da yaptığımız sandiviçlerimizi yedik. Tabii ben yine peynirlerini yedim. :p Henüz dağ kurallarını bilmeden önce. Yürüdüğümüz her yerde dere biz takip ediyordu sanki. Sularımızı her durduğumuz noktada tazeledik. Buz gibi dağ suyu içmek paha biçilelemez. Dur durak bilmeden yolumuza devam etyik. Güneş tüm sıcaklığı ile vücudumuzu kavurmuştu. Batonu tutan ellerim birden kırmızıdan mora dönmeye başlamıştı. Ellerime dokunamıyordum. O kadar sıcaklardı ki. Sonrasında her ne kadar krem sürsem de buruş buruş olup soyuldular. Saatlerce süren dar parkurlardan geçerek güneşte kavrulmaya devam ediyorduk. Bu nedenle üstümüzü hafiflettik. Şort t-shirt giydik. Gerçekten oldukça zor bir yürüyüşten sonra kendimizi Hevek’teki otele nasıl attık bilmiyoruz. Hevek’deki pansiyonda pansiyon sahipleri tatlı mı tatlı teyzelerin birbirinden güzel yöresel yemeklerini yedik. Tabii bana pilav koymayın dedim yine. 🙂 Odalarımıza çekilip duş aldık. Sonrasında bahçesinde tüm grup oturup sohbet ettik. Gece çok keyfliydi. Yorgun düşmüş vücudumuzu dinlendirmek için erkenden uyuduk.

Üçünçü gün yine açık büfe kahvaltımızı aldıktan sonra yanımıza küçük sandviçler yapmayı ihmal etmedik. Bu arada yürümek için küçük sırt çantaları yaptık. Diğer dağ çantalarını o sevimli katırlar taşıyacaktı. Çok üzülüyordum onların bunca yükü taşımasına. 😦 Saat 10:00 civarında başladı yürüyüşümüz. Yaklaşık 4 saat sürdü. Hevek’den ayrılıp patikalardan yürüyerek önce Olgunlar Yaylası’na geldik. Burada kısa bir mola ile küçük bir kafe de köylü teyzelerin elleriyle yapmış oldukları nefis köy ayranından içtik. 1 saatlik yürüyüşle 2400 metre yükseklikteki Nastaf Yaylası’na vardık. Burada dinlenecek kadar uzun bir mola verdik. Sularımızı doldurduk. Hafif bir şeyler atıştırdık. Çantama koyduğum hurmalar bir hayli işe yaramıştı. Ama sıcağa onlar da dayanamamıştı. İçini açtığımda küçük arkadaşlar dolmuştu. Tabi ben bir çığlık. 🙂 Arkadaşlara teslim ettim atmaları için. 🙂 Moladan sonra dik patikalar dilimizi damağımızı kurtumaya devam ediyordu. Etrafa bakmak ne mümkün. Sadece adımlarımızı doğru atıp atmadığımıza bakabiliyorduk. Çünkü etrafa bir bakış hem kendimizin hem de bir başkasının düşmesine neden olabilirdi. Bir de Rehber Murat’ın arada sırada ”Oyy Oyy, Allah’ım çek beni yukarı” demesiyle irkiliyorduk. Bu replik bize uzunca bir süre gider. 🙂 Her turdan yeni replikler öğrenmeye bayılıyoruz çünkü. Allah’ım çekti bizi yukarı. Ve 3 saatlik yürüyüşten sonra 2900 metre de Dilberdüzü kamp alanına ulaştık. Dağlar epeyce yüksek görünüyordu. Sanırım bu Kaçkar’ın görünen kısmıydı. Korkmaya başlamıştık. Ana kampa ulaşınca Bukla Tur’un bizim için hazırlamış olduğu çadırlara yerleştik. İlk defa çadırda konaklacaktı coğumuz. Çadırın içinde bir mat bir de tulum vardı. Umarım bu tulumlar bizi gece üşütmez diye düşünmeden edemedik. Çadırlarımıza yerleştikten sonra akşam yemeği için yemek çadırında toplandık. Yemekte sebzeli mercimek çorbası, bezelyeli mantı ve karpuz vardı. Tabii ben yine mantıyı yemedim karbonhidrat diye. 🙂 İki tas çorba içtim. Yarın ki büyük tırmanışın zorluklarından habersiz.

Dördüncü gün sabah 3’de uyanacaktık. Kahvaltı alıp ardından gece 4’de Kaçkar Zirve tırmanışı yapacaktık. Gece çok iyi uyuduğumuz söylenemez. İlk defa çadırda kalacak olmamızdan mıdır hiç birimizin gözüne doğru dürüst uyku girmedi. Arkadaşlarımızdan biri gece rahatsızlanmış. Ben sesleri duydum ama uyur-yarı uyanık olduğum için kalkamadım. Ve gece kalbim sıkıştı. Gece 3’de telefonlarımız da kurduğumuz saatler çaldı. Sanki hiç uyumamış gibiydik. Uyanıp kahvaltımızı ettik. Ancak yine hiçbir şey yiyemedim. O saatte bir şey yemek mümkün değildi. Bir iki dilim peynir atabildim ağzıma sadece. Yanımıza içine tahin pekmez sürdüğümüz ekmeklerimizi aldık. Akşamdan hazırladığımız sırt çantalarımızı sırtımıza aldık. Mont, içlik, pantolon, tozluk ve botlarımızı giydik. Bu dağa uygun bot bulmak için Karaköy’ü iki kez dolaştım. Nihayet uygun bir bulmuşum. Tavsiye ederim Dolomite bu konu da çok iyiymiş. Hiç sorun yaratmadı. Kaskları ve kafa fenerlerimizi başımıza taktık. Gece karanlıkta yürüyüş oldukça zor olacaktı. Yürümeye Katır Osurtan yokuşunu çıkarak başladık. Fenerlere rağmen adımlarımızı çok zor atıyorduk. Çünkü adımlarımızdan başka hiç bir şey görünmüyordu. İlk 45 dakika da oldukça dik bir patikadan yokuşu çıktık. Çıktıkça hava aydınlanmaya başlıyordu. Benim mide bulantılarım gece ve sabah birşeyler yemediğimden ötürü başlamıştı. Çünkü karbonhidrat almamak büyük hataydı. Gece 3’de birşeyler yemek de oldukça zordu. Belki bir yumurta iş görecekti. Ama maalesef bu sabah kahvaltı da yumurta yoktu. Ben de artık bu pehrize bir son vermem gerektiğini düşündüm ve sabah hazırlamış olduğum tahin pekmezli ekmeğimi kemirmeye başladım. Zaten bu bana ders oldu ve dağ da karbonhidrat tüketmeye başladım. 🙂 3370 metre yükseklikteki Deniz Gölü’nde ilk molamızı verdik. Deniz Gölü 60 metre derinliğe 200 metre çapıyla dünyanın bu yükseklikteki en derin 2. gölüdür. Deniz gölünden sonra enfeksiyonel olarak neler yaşadığımdan bahsetmeyeceğim. Zira çok zorlu bir yürüyüş oldu benim için. Daha sonra 3937 metrede Karadeniz’in en yüksek noktasında, Kaçkar Dağı’nın zirvesindesiniz. Bu yürüyüş iniş-çıkışla birlikte 12 saat sürüyor. Kaçkar’dan indikten sonra kendimi o kadar kötü hissettim ki, o buz gibi derede yıkandım mecburen. 🙂 Sanırım o derede yıkanmaya cesaret eden bir tek ben vardım. Buz gibi su da bağırarak ve titreyerek yıkanmak oldukça eğlenceliydi. 🙂 Ayhan abi (üçüncü rehberimiz ve yemek çadırının şefi) o gün hepimize daha önce hiç tatmadığımız harika bir pizza yaptı. Kendimizi Survivor’da hissetmiştik. 🙂 Ayhan abi’nin yemekleri muhteşemdi. Yemek çadırında ne malzeme varsa onlardan karıştırıp, yemeklerini ikram ediyordu.

IMG-20170902-WA0013-01[1].jpeg
Deniz Gölü
Beşinci gün serbest zaman. Sabahı mükellef bir kahvaltı hazırladık hep birlikte. Köylü teyzelerin yapmış oldukları reçeller harikaydı. Birlikte afiyetle yedik. Günden güne ilerleyen dosluğumuzun tadı daha da güzelleşiyordu. Hepimiz birbirimizi sanki uzun zamandır tanıyormuşuz hissine kapılıyorduk. Kahkahalarımız daha da artıyordu. O gün bolca sohbet ettik. Güneşlendik. Tepelere çıkıp horon teptik. Dördüncü günün sabahında neden kimsenin uyumadığını anladım. Gece hikayeleri anlatılmaya başlandı. Kaçkar’a tırmanış gününün sabahı gece saat 02:00 civarı nefesi darlanan arkadaşımızın anlattıklarından yola çıkarak bir şeyler çözmeye çalışıyordum. Çünkü bir arkadaşımız gece tokat yediğini ve rüyasından buradan gitmesini gerektiğini duymuş. Bir diğeri çadırına vurulduğunu söyledi ve bir başka arkadaşımıza da ismi ile seslenmişler, sonra ben den bildiler o ayrı 🙂 Benim de göğsümde bir baskı hissettiğimi söylemiştim. Bunların hepsini topladık. Aman Tanrım! Bu gece safları sıklaştıralım ve birlikte uyuyalım dedim. 🙂 Sonra gece çadır sesleri hikayeleri devam etti. 🙂 Tuvalete birlikte gitmeye başladık. Hatta mümkünse tuvaletin kapısını kapatmadan girmeliyiz dedik. 🙂 Tuvalet kağıdımızdan, sigaraya, tüm yiyecek ve içecek herşeyimizi paylaştık. O kadar güzel sohbetler ettik ki gözümün önünden gitmiyor hiçbir şey. İstanbul’da yaşadığımız o stresli hayatlarımızdan sonra burası bize düğün bayramdı. Belki yıllar oldu o kadar kahkaha attığımı hatırlamıyorum. Olur olmaz herşeye gülüyordum. Espiri ile yediğim içtiğim şeylerin içinde mutluluk verici bir şey olduğundan şüpheleniliyordu. Oysa alkol almadığımı söylemiştim onlara. 🙂 Gece ateş yakıldı. 3 rehberimiz de bizimle birlikteydiler. Ayhan abi, Selahattin abi ve Murat. Hepsi çok kültürlü çok cana yakındılar. Kültürlü kelimesi onlar için kesinlikle az kalırdı. Ağızlarından çıkan her cümle şiir niteliğindeydi. Ateşin etrafında şarkılar söyledik. Selahattin abi şiirler okudu. Ayhan abi gazel ve ağıt okudu. Önce Karadeniz Türküleri ile başladık. Sonrasında ülkemizin her kültüründen türküler söylendi. Çadır da kalmanın tadı ayrı bir güzeldi. Çadırım tam dere kenarında olduğu için derenin şırıltısını dinliyordum. Rüzgar çadırı sertçe dövüyordu adeta. Yıldızların ve ayın aydınlattığı kamp alanımız ışıl ışıldı. Ve sonra yine gecem çadırın tepesine bakarak ve dağdaki sesleri dinliyerek geçti. Gözümü kırkmamıştım. Çünkü yine birşeyler gezindi durdu. 🙂 Son gün Murat’ın yaptığı yemeği de anlatmadan geçemeceğim. Birbirinden değişik şehriyeler, pilavlıklarla, kuş üzümü ve yeşil mercimeği karıştırmış, sanki Hint pilavı yiyiyor gibiydik. Tadı muhteşemdi. Yanında da etli sebzeli bir türlü yapmıştı. Bu da oldukça başarılıydı. Esas önemli konu çadırda konaklayacağımız son gün olmasından ve Kaçkar zirve tırmanışında, zirve de Kaçkarcılardan birinin kız arkadaşına evlilik teklifi etmesi üzerine Murat ve yardımcı kaçkarcılarla söz pastası hazırlamaları muhteşemdi. Tur süresince gönülden sevgiyle her birimiz iş bölümü yapıyorduk. Pasta orman meyveleriyle yapılmıştı. Oldukça büyük, lezzetli ve başarılıydı. Pastayı bitiremedik 20 kişi düşünün. 🙂 Unutmadan pasta üflerken mum yerine çadır lambası ışığı kullandık, aklınızda olsun. 😉

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Altıncı gün iyice dinlenmiş olarak sabah 05:30’da uyandık. Saat 6’da dağ çantalarımızı katırlara yükleyeceklerdi. Dilberdüzün’den ayrılacaktık. Daha sonra ya yürüyerek Ayder’e gidecektik. Ya da 3 saatte Olgunlar Yaylası’na inip servis aracıyla 6 saatte Artvin’den Rize Ayder’e geçecektik. Bitmiş tükenmiş vücutlarımız bunu göze alamadı. Aslında güneşin dağların tepesinde bizi kızartmasından çekindik. 🙂 Çoğumuz tercihini servis aracıyla Artvin’e gitmek de buldu. Servis aracının dağların arasından geçebilecek bir yolu olmadığı için güzergahı çok uzundu. Keşke yürüyelim diyenler oldu. Servis güzergahı sürekli S çizen taşlı bayırlı yollardı. Haliyle mide bulantısı ve baş dönmesi yaşayanlarımız oldu. Keşke yürüseydik bile dedirtti bize. Kızlarımızdan 3 kişi Dilberdüzün’den Rize’ye kadar yürümeyi göze aldılar. Artvin’de Yusufeli’nde yemek yiyebileceğimiz bir yerler aradık. Ama Kurban Bayramı’nın birinci günü olması dolayısıyla her yer kapalıydı. Yol üzerinde bir benzincinin yanında açık bir lokanta bulduk. Aç kalsaydık daha iyiydi. Hayatımda böyle kötü yemek yapan bir yer daha gördüm mü diye düşünüyorum? 🙂 Yemekler hiç pişmemişti. Ne yağı ne tadı tuzu vardı. Yine de ayakta tuttu ya bizi. Ona da şükür 🙂 Ayder’e geldik. Haberimiz olmadan bazılarımızın pansiyonları değişmiş. İyi etmişler. Liligum Pansiyon Oberj’den çok daha iyi haberiniz olsun. İçeride meditasyon müzikleri çalıyor. Zaten bir işletmeyi kadın işletiyorsa orası çiçek baldır. 🙂 Tertemizdi. İşletmeci hanımefendi çok kibardı. İzmir’de yaşıyormuş. Aslında Hemşinlilermiş. Eşi ve kızı da yanındaydılar. Hepsi eğitimli, kültürlü, görmüş geçirmiş insanlardı. Sanki Karadeniz’de pansiyon değil de Marmaris Selimiye’de pansiyon işletiyor gibiydi. Akşam yemeğimizi Liligum’da almadık. Oberj’e gittik. Birlikte son akşam yemek yiyecek olmamızın keyfiyle oturduk sofraya. Yemekler Karadeniz’in yöresel yemekleriydi. Yemekten sonra çardaklara çekildik. Ancak kırmızı minderli odada epeyce alkol almış Karadeniz’li abilerin yanında kimse oturmak istemedi. İçeriye kapandık bizler de. Oturma düzenimizin dağınık olmasından, birbirimize uzak olmamızdan dolayı arkadaşlarımızla sohbet edemediğimiz için sıkıldık. İçeride 20 kişiden fazla da öğrenci vardı. Ve bir hayli gürültü yapıyorlardı. Bu yüzden biz Liligumcular çağreyi Oberj’den ayrılmak da bulduk.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

20170827_182042-01[1]
Ayder Yaylası

Ayder’de yol üzerinde bir sürü gözlemeci, tatlıcı, dönerci, kahveci, gazozcu bulabilirsiniz. Ayder Yaylası, matematiğim yetmedi ama sanırım 500 metre kare bir alan kalmıştı. O 500 metre kare alanda da Türk’den daha çok Arap ırklı kardeşlerimiz vardı. Ayder’in tamamı otellerle kaplanmış. Eğer Ayder’i merak ediyorum gitmek istiyorum diyorsanız. Hiç düşünmeyin bile. Görebileceğiniz sadece işletmeler. Geçen yıl görmüş olduğum Gelin Tülü şelalesinin önünde fotoğraf çektirmiştim. Şimdi önü boydan boya işletme dolmuş. Çektiremezsiniz fotoğraf. Yani Ayder’de görülebilecek hiçbir şey yok. Benden söylemesi. Diğer yaylalara gitmeyi deneyebilirsiniz. Tabii siz gidene kadar oraları da işletmelerle dolmazsa. 😉

Bukla Tur Trans Kaçkar maceramız sona ereceği için Liligum’da konakladığımız gece farklı bir şey yapmak geldi içimden. Aslında dönüş biletimi almamıştım. Pasaportumu da yanıma almıştım. Belki farklı bir yerlere gidebilirim diye. Lakin bayram dolayısıyla hiç bir yere ne otobüs ne uçak bulamıyordum. Uçak bileti fiyatları oldukça yüksekti. Hevek’de konakladığım gece İzmir’e bilet bulmuştum. Akrabalarımın yanına Manisa’ya ve İzmir’e gitmeyi planlamıştım. Ancak akrabalarımın da Kurban Bayramı’nda evde olmamalarından ötürü biletimi iptal ettim. Ve programı değiştirdim. Tiflis’e daha önce hiç gitmemiştim. Geçen yıl Batum’a gitmiştim. Batum’a giden arkadaşlar da oldu. Herkes bir yerlere dağıldı. Ben Tiflis’i görmeliyim dedim. İş arkadaşlarımızdan çok duymuştum Tiflis’in iyi olduğunu. Çalıştığım şirketin Gürcistan’da Tiflis ve Batum’da iki havalimanı var. Henüz Tiflis’e gitmeden önce son gün neler yapmışız kısaca bunlardan bahsedeyim.

Yedinci günün sabahı Liligum’da serpme kahvaltı ettik. İşletmeci hanımefendinin kendi elleriyle yapmış olduğu dağ meyvelerinden oluşan reçellerini tattık. Sohbetimiz de çok güzeldi. Ancak aracımız bizi almaya gelmişti bile. Liligum diğer otellerden uzaktı. Tepeye doğru tırmanmak zorundaydınız. Bu yüzden herkesin tercih ettiği bir pansiyon değil. Kendileri de daha özel müşteri seçmek için bunu düşündüklerini söylediler. Geceden topladığımız valizlerimizi servis aracına yerleştirdikten sonra Fırtına Vadisi’ne gittik. Burada Şimşir ormanlarını gördük. Şimşir üstü koyu yeşil, altı açık yeşil renkli yaprakları sert olan bir ağaçtır. Şimşir değerli bir ağaç olarak bölgelerde yetişiyor ama anıt orman olarak dünyada yalnızca Fırtına Vadisi’nde bulunuyor. Dünyada korumada öncelikli 100 alandan biri olan Fırtına Vadisi içinde orman niteliğine sahip Şimşir ormanlarını, son zamanlarda bir tür mantar hastalığına yakalandığından da ötürü Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) 1999 yılında, Avrupa’nın biyolojik çeşitlilik bakımından en değerli ve acil olarak korunması gereken 100 ormandan biri kabul eder ve koruma altına alırlar.

Ardından Zil Kale’ye gidecektik. Ancak Kurban Bayramı dolayısıyla oldukça kalabalıktı. Bu yüzden gidip vakit kaybetmek istemedik. Ayrıca Zil Kale’ye giriş de ücretli. Bilginiz olsun. Kaçkar Milli Parkı’na girdiğiniz an ücret ödüyorsunuz. Geçen yıl ki Karadeniz gezisinden Zil Kale’nin fotoğraflarını almıştım. Paylaşırım sizlerle. Yedinci gün için yazan program için değişiklik yaptı Murat Rehberimiz. Karnımız acıkmaya başlamadan bizi Sürpriz denen bir yere yemeye götüreceğini söyledi. Bu Sürpriz denen yer öyle her turun anlaşmalı olduğu restoanlardan biri değildi. Çamlıhemşin Konaklar Mahallesin de ”Markevis” isimli pansiyon kafeydi. Yemek yediğimiz yerin fotoğraflarına baktıkça orada olmak isteyeceksiniz. Ormanda sadece bir siz bir de önünüze sunulan muhteşem yemekler varmış gibi hissedeceksiniz. Hele ki bu yemekleri sevdiğiniz dostlarınızla yerseniz, işte o zaman keyfinize değecek yoktur. Biz Kaçkar ekibi bu yemekleri yarışarak yedik o ayrı.:) Pansiyon dediğimiz yer büyükçe bir Karadeniz evi. İçi çok güzel ve sade dekore edilmiş. Öncesinde tarhana çorbası geldi. Ardından Karadeniz’in en meşhur yemeği muhlama, kara lahana sarması, fasulye turşusu, sıcacık peynirli otlu börek, kaşık salata ve ev baklavası. Bu yemekler sadece günlerce yorulmuş yemeklere hasret kalmış Kaçkarcılar için değil, herkesin damak zevkine uygun çok lezzetli yemeklerdi. Mısır ekmeğini de eklemeden geçmeyeyim. O muhlamaya mısır ekmeği bandırmadan olmazdı. 😉 Tur programına uymadığımız günün keyfi ayrı bir güzeldi. Can Kaçkarcılara önce Hopa’da, daha sonra Trabzon Havalimanı’nda ve en son Trabzon Otogarı’nda yavaşça veda ettik. Bu veda değildi. Çok güzel dostluklar edindik. Ama birbirimizi bi türlü bırakmak istemiyorduk. Her son dakika daha çok konuşup gözlerimizin içine baktık. Hiç birimiz ayrılmak istemiyorduk. Trabzon Forum alışveriş merkezin de bir kısmıyla toplandık. Kahve içtik. Yeniden turun en komik hikayelerini anlatmaya başladık. Ve sonra Forum alışvriş merkezinden ayrıldık. Tiflis’e gitmek üzere…

Devamı bir sonraki yazımda… 😉

Sevgilerimle,

Esra DOĞRUL

 KAÇKARLAR” için 4 yorum Yorum bırakın

  1. Canım Harika bir tatil yapmışsın doğa kaçkar dağı, yemyeşil havası temiz bol oksijen Doğu Karadeniz’i gezmişsin 😍💚🍀🌿

    Liked by 1 kişi

  2. Artvinde yaşayan bi Artvinli olarak dağlarımızı,güzel doğamızı ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz.Merak ederek okuduğum hoş bi gezi yazısıydı…

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: