PRENS OLEG
Uzun zamandır araştırma yaptığım Vikingler konusu oldukça geniş bir tarih içerdiğinden üç kısma ayırdım. Halihazırda bekleyen yazılarım var. Ancak bugün rüyamda elimde koskocaman bir Vikingler ve fiyordlar kitabı duruyordu. Kitabı satır satır okumaya başladım. Gördüğüm rüya gözümün önünden gitmediği için bugün sizlerle Vikinglerin ikinci kısmını paylaşıyorum:
Öncelikle tarihsel ve metinsel bir perspektiften bakmaya çalıştığım konuyu sizinle paylaşmak istiyorum. Araştırmaya başlamak ve bölümlere gözatabilmek için bu konu önem teşkil ediyor. Arkeolojik bir bakış açısı ile çoğunlukla putperestlikten Hıristiyanlığa geçisi anlamakla başlayalım:
Avrupa’ya hakim olan baskıcı-pagan kültür, 2 ve 3. yüzyıllarda Hıristiyanlığın önce Roma’ya sonra da tüm Avrupa’ya yayılmasıyla birlikte kademeli olarak ortadan kalktı. Hıristiyanlık, Hz. İsa’nın insanlara bildirdiği hak dinin temel ahlaki özelliklerini Avrupa toplumlarına taşıdı. Daha önceden şiddeti, çatışmayı, kan dökmeyi kutsal ve meşru sayan, sürekli birbiri ile çatışan farklı kabilelerden, ırklardan, şehir devletlerinden oluşan Avrupa, önemli bir değişim geçirdi…
Irkçılık ve kabile savaşları ortadan kalktı: Pagan dünyada, her farklı kabile, her farklı ırk bir diğerini düşman olarak görüyor ve bu farklı gruplar arasında daimi bir çatışma yaşanıyordu. Her pagan toplumunun kendi kendine uydurduğu ayrı tanrılar, ayrı totemler vardı ve bunlar adına savaşıyorlardı. Hıristiyanlıkla birlikte, tek bir inanç, tek bir kültür ve hatta tek bir dil Avrupa’nın geneline hakim oldu ve pagan dünyanın çatışmaları ortadan kalktı. Şiddet yerine barış ve merhamet kavramları kutsal hale geldi. Pagan toplumlarda kan dökmek, insanlara acı çektirmek, işkence yapmak, bir kahramanlık olarak görülüyor, hayali “savaş tanrı”larını tatmin edecek meşru bir eylem sayılıyordu. Hıristiyanlıkla birlikte, insanların birbirlerine, (düşmanlarına dahi) sevgi ve merhametle yaklaşmaları gerektiği, kan dökmenin Allah katında büyük bir suç olduğu gerçeği Avrupa toplumları tarafından öğrenildi.
Paganların temel özellikleri: Irkçılık, kan dökücülük, insanların bir hayvan tüyümüş gibi sayılması ve korkunç zorba-baskıcı olmalarıdır. Bu eğilimler, Avrupa’da Hıristiyanlık tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ortadoğu’da ise aynı zafer, İslam vesilesi ile Arap paganizmine (putperestliğine) karşı kazanılmıştır. Araplar (ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları da) İslam öncesinde savaşçı, kan dökücü, ırkçı bir kültüre sahiptirler. Hatta Sparta’da uygulanan “istenmeyen bebeklerin ölüme terk edilmesi” vahşeti, putperest Araplar’da da kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi şeklinde uygulanmıştır.
Kuran’da bu bahsi uygulama için şöyle haber verilir:
Ve ‘diri diri toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman: “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?” (Tekvir Suresi, 8-9. Ayet)
Araplar ve diğer Ortadoğu ve Orta Asya toplumları, ancak İslam’la şereflendikten sonra kan dökücülükten uzak, barışçı, ılımlı, medeni bir kültüre kavuşmuşlar, eski kabile savaşlarından, göçebe (bedevi) vahşiliğinden kurtularak dini bir birlik içinde huzur ve istikrar bulabilmişlerdir.
Hıristiyanlık 4. Yüzyılın sonlarında Roma İmparatorluğu’nun ulusal dinine dönüştü. Ve sonraki iki üç yüzyılda İskandinavya’nın ve Doğu Avrupa’nın parçalarının dönüştürülmesi haricinde hemen hemen tüm Avrupa’yı değiştirir. Ve Avrupa’da M.S. 880 anakarada ”Karanlık Çağlar” diye adlandırdığımız dönem yaşanır. Uygarlaşma tökezler, ilerleme durur, zulüm ve kabile savaşlarının zamanı yaşanır. 5. Yüzyılda Roma İmparatorluğu çöktükten sonra edebiyat ve sana eğitimi neredeyse unutulur. Hıristiyanlık hala yavaşça yayılmaya devam eder. Hıristiyan devletler güçlü dinsiz kabilelerle mücadele etmeye devam ederler.
Bu zorba-baskıcı pagan (putperest) toplumlarının en korkuncuysa İskandinavya’da bulunan Kuzeyli acımasız yağmacılardır. Yani ”Vikingler…” Gittikleri her yerde halkı sindiriyor ve topraklarına el koyuyorlardı. Vikingler, denizleri ve okyanusları büyük sandallarla aşarlar. İzlanda, Britanya Adaları ve Özellikle Britanya’ya yani İngiltere’ye ve İzlanda’ya, Fransa’ya zorbalığı getirirler. Britanya tarihinin en karmaşık dönemini yaşar. 1000 yıl önce Anglo-Sakson İngilteresi Pagan savaşçılar tarafından saldırıya uğrar. Vikinglerin yaptığı bu fetihler sayesinde Avrupa’nın karanlığını aydınlanır ve yeni dünya düzeninin temelleri atılmış olur.
Vikinglerin dönemi MS. 800-1050 yılları arasındadır. Viking Çağının başlangıcı işte bu yıllarda yaşanan olaylarla başlar. Bu dönemde Avrupa saldırı altındadır. Göçebeler Asya’yı ele geçirirler. Ve işte o zaman İslamiyet Hıristiyan alemi ile karşı karşıya gelir. Doğu, Batı, Kuzey, Güney birbirleriyle tanışırlar. Ayrıca ticaret ve bilgi ağı yüzyıllar boyu cahillik ve savaş yüzünden uzak duran kültürler arasında bir bağ oluşturur. Bu bilgilenme sayesinde ”Karanlık Çağlar” aydınlanır.
İşte savaşları ve bilgeliğiyle insanlığın ilerlemesini sağlayan bir Viking: ”Oleg…”
MS. 882’de Rus tarihini değiştiren Viking kabilesinin lideri ve Kiev’in kurucusu Oleg adamlarıyla Doğu Avrupa’da Dinyeper nehrine (Özi) açılır. İki Viking savaşçısının izine düşer. Ascot ve Dyri, kraldan izin almadan önemli bir ticari sömürgesi olan Kiev isimli yeri alıp, yönetimi ele geçirirler.
Kiev, Dinyeper nehrinin kıyısında yer alır. Nehir bölgedeki tüccarların dünyanın en zengin medeniyetlerinden bazılarıyla bağlantısını sağlamaktadır. Bu medeniyetlerden bazıları Hazar ve Bizans Devletleridir. Oleg’in öncelikli amacı Kiev’i almaktır. Böylece İskandinavya’yla Karadeniz arasındaki ticareti Rus kabilesi yönetecektir.
Oleg bu iki Viking savaşçısının yaşadıkları yeri bulur. Gemileriyle karaya yanaşır. Onlara tüccar gibi davranarak gemiden aşağıya iner. Bu numara adamlarının karaya çıkmasına zaman kazandırır. Ascot ve Dyri’yi selamlar. O sırada adamları etrafı sarar. Sonra Oleg rol yapmayı bırakır. Kiev’i istediğini açıklar.
Oleg onlara, “Siz prens değilsiniz, kraliyet ailesinden bile değilsiniz. Ne hakla burayı işgal edersiniz?“ der.
Adamlarıyla savaşır ve kabileyi ele geçirirler. Ascot ve Dyri’yi öldürür. Oleg kendini Kiev’in yeni prensi ilan eder. Kiev hala şehrin kuruluş temeli olarak Oleg’in zaferini kutlar. Ruslar artık kuzeyden güneye tüm ticaretin kontrolünü ele geçirirler. Kiev’e yerleşen Oleg ticarete ve başarılı olmaya başlar. Karlı ticaret ağının merkezindeki Kiev gelişerek kraliyet başkenti olur. Ama Oleg ve Ruslar için Kiev daha büyük bir ödülün yolunu açar: Dinyeper nehrinden Karadeniz’e oradan da efsanevi bir şehir olan “Konstantinopolis’’ (Rumca’da) şehrine ulaşırlar.
Bizans İmparatorluğu Romalılar tarafından MS. 330’da kurulduğu zaman “Konstantinopolis’’ Avrupa’nın en büyük ve en zengin şehri olur. Asya’dan gelen tüm ticari mallar oradan geçer. Ve Vikingler Konstantinopolis’i almayı çok ister. Şehrin ticaret yollarını güven altına alarak Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’e cesur bir baskın başlatır. Ama şehrin surlarının daha önce aşan olmamıştır. Bizans İmparatoru Leo VI, bilgece şehir kapılarını kapatır ve kuzeyli işgalcilere karşı savunma hazırlar. Oleg, dinamik ve vizyoner bir liderdir, farklı bir yöntemle kaba kuvvet yerine ‘’diplomasiyi’’ seçer. Konstantinopolis ve Karadeniz’in ötesindeki karlı pazarları Kiev’e bağlayan ticari bir anlaşma önerir:
”Konstantinopolis’e gelen tüccar Ruslar, istedikleri kadar ekmek, şarap, et, balık ve meyve de dahil olmak üzere altı ay boyunca malzeme alacaklardır. Ruslar ise bunun karşığında Bizans’ın yolculuk için kordon, çapa, yelkenler ve yolculuk için nelere ihtiyaçları olursa vereceklerdir. Ruslar malları olmadan gelirlerse hiçbir hak talep edemeyeceklerdir.
Oleg ve Ruslar sayesinde Kiev daha zenginleşir. Ülke adını bu Viking kabilesinden almıştır. ‘’Rusya’’ Kiev yeni ticaret yolu ve yeni fikirlerle daha da gelişir. Oleg’in ölümünden 65 yıl sonra Kiev’in dinsiz yöneticisi büyük Vladamir dünyanın en gelişmiş dinlerinden birini seçmeye karar verir. Vladamir’in Yahudiler Kudüs’ü kaybettiği için Yahudiliği, alkolü yasakladığı için de İslamiyeti kabul etmediği söylenir. Fakat hiçbir Viking bu zevkten mahrum olmak istemez. Konstantinopolis’deki Ortadoks Hıristiyanlık inancı Kiev’in devlet dini kabul edilir. Kiev’in her yerini soğan kubbeli kiliseler, manastırlar ve ikonlar kaplar. Hıristiyanlık Rusya’yı güçlü müttefiklerle birleştirir. Ama en güçlüyle değil. Yani o zaman Altın Çağı’nı yaşayan İslamiyetle!
Oleg’in Efsanevi Ölümü:
Oleg, sihirbazlarını ve büyücülerini bir araya getirerek ölümden nasıl kaçınacağını sorar. Ölümünün en sevdiği atından geleceğini söylediklerinde atını mezara koydurur ve asla tekrar binmeyeceğini söyler. Yıllar sonra atın mezarını ziyaret eder. Mezara kafasını uzatan Prens Oleg’i aniden bir yılan ısırır ve ölür…
Oleg’in ölümsüzleşmeye çalışması, kaderini değiştiremeyeceğinin altını çizen ünlü bir Rus efsanesi haline gelir.
Sevgiyle kalın,
Esra DOĞRUL