BİLİM ŞEHİDİ; KUTLU HANIMEFENDİ, AZİZ HYPETİA
Uzun bir aradan sonra insanoğlunun süregelen en büyük sorunu olan üç temel konuya değindim. Çalışmamın başında belirtmeliyim ki bu yazı, titizlikle sürdürdüğüm araştırmalarım sonucunda olayın bütününü görebilmeniz açısından, kah ağlayarak kah içim titreyerek okumuş olduğum bir çok kitap ve makalelerden alınmış bilgileri içeriyor. Beni derinden etkileyen şu üç konu ”bilim, din ve kadınların bu ikisi arasındaki sabır taşı inancını arz ediyor.”
İskenderiye Şehri’nin Önemi
Dünyanın, Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar ki dönemde yapılmış yedi harikasından biri olan ‘’İskenderiye Feneri’’nin de bulunduğu Akdeniz limanı İskenderiye, MÖ 330’da ‘’Büyük İskender’’ tarafından kurulmuştu ve birçok başka şehir gibi adını ondan almıştı.
Zamanın bilgin ve filozoflarını adeta etrafında toplayan İskenderiye, onu kıskanan Roma ve Bağdat’la birlikte, bir zamanlar dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi.
MÖ 323’te Büyük İskender öldüğünde, imparatorluğu generallerine kalmıştı. Ptolemy I. Soter Mısır’ı almış ve MÖ 320’de İskenderiye’yi başkent yapmıştı.
Önceden Nil deltasında küçük bir balıkçı köyü olan İskenderiye, Mısır’ın Ptolemy’nin soyundan gelen hükümdarlarının merkezi olmuş ve gelişerek muhteşem bir entelektüel ve kültürel merkez haline gelmişti.
O zamanlar Afrika, Arabistan ve Asya’nın bütün ticareti İskenderiye’nin iki limanından geçiyordu. Tabi ki zenginlik göçmenlerin ilgisini çekmişti: İskenderiye hem dev bir Yunan sitesi konumuna gelmiş, hem de içinde yaşayan bir milyon Yahudiyle, dünyanın birinci Yahudi sitesi olmuştu. Refah, hiç şüphesiz, kültürü de getirmişdi. İskenderiye’nin talihi, onun, bugün kültürler adı verilen, dünyanın bütün yorumlama ve olaylara bakış tarzlarının bir buluşma noktası cazibesini yaratıyor olmasındandı.
Ama güneş gibi bir kahraman tarafından kurulmuş olan bu şehir, dini etkilemekten de geri durmuyordu. Orada, dünyadaki mevcut bütün dinler ve yeni yeni yayılmakta olan Hıristiyanlık iç içe yaşamakta, zaman zaman da sürtüşmekteydi.
İskenderiye Kütüphanesi
İskenderiye’de, Yunan üniversitelerinin en ünlüsü kurulmuştu. Felsefe, matematik, geometri, astronomi ve doğa tarihi orada yerlerini almış; kenar uzunlukları bilinen bir üçgenin alanını hesaplamaya yarayan geometri formülünü bulan ‘’Yunan matematikçi Héron’’, ünlü ve parlak bir öncü olmuştu; Öklid’se (Eukleídēs) MÖ 330 ile 320 arasında, on üç ciltlik meşhur ‘’Elementler kitabını’’ İskenderiye’de yazmıştı.
Bir zamanlar dünyanın en büyük kütüphanesi olan ve içinde Homeros, Eflatun, Sokrates ve daha birçok antik çağ düşünürü ve yazarının eserleri bulunan ‘’İskenderiye Kütüphanesi’’ amansız mücadelelere sahne olmuştu.
MS dördüncü yüzyılın sonlarına doğru Roma İmparatorluğu çöküşün eşiğine gelmişti. Kütüphane sadece kültürün değil, dinin de simgesi olması sebebiyle, şehirdeki yerleşmiş pagan kültürü artık Yahudiler ve yasaklanmasına rağmen hızla yayılan Hıristiyanlık tarafından tehdit edilmekteydi.
İşte tam da bu dönemde İskenderiye’de Batının imgeleminde tanrısal zeka, fiziksel güzellik ve ruhun ölümsüzlüğünün simgesi; insanoğlunun geleceğini aydınlatacak olan çok güzel ve çok saygıdeğer bir hanımefendi karşımıza çıkar.
‘’Platon’un ruhu ve Afrodit’in bedeni, Hypetia.’’
Bu ölümsüz ruhun kim olduğu soracak olursanız, alacağınız yanıt büyük olasılıkla ‘’415 yılında İskenderiye’de keşişlerin (ya da, daha genel anlamda Hristiyanların) linç ettiği, güzel genç, çok tanrılı inanışa sahip kadın düşünür’’ olacaktır.
Hypedia’nın ‘’Avrupa kaynaklarında ilk ortaya çıkışı’’ on sekizinci yüzyıla rastlar. Onun Avrupa’da bu kadar geç duyurulması, Hıristiyanlık inancını korumakla ilişkilendirilebilir.
Hypetia Efsanesinin Kaynakları
1720’de yürekli bir Protestan olan John Toland’ın yazmış olduğu bir tarih makalesi oldukça etkileyici türden; başlığı ‘’Hypetia ya da layık olmasa da herkesçe Aziz Cyril diye bilinen başrahibin gururunun, kıskançlığının ve zulmünün tatmini için İskenderiye ruhbanlarınca parçalanan pek güzel, pek erdemli, pek bilgili ve her alanda yetenek sahibi hanımefendinin yaşamı‘’dır. Toland, insanlığın erkek kısmının ‘’güzellik ve bilgeliğin vücuda gelmiş hali’’nin öldürülmesi yüzünden sonsuza dek utanç içinde yaşayacağını söyler; ‘’böylesine güzelliğe, masumiyete ve bilgeliğe vurulacak yerde, barbar elinin onun kanı, ruhlarını da tanrı korkusu bilmeyen katillerin iflah olmazlığıyla lekeleyebilecek denli vahşi ve medeniyetsiz yaradılışta olanlar aralarından çıktığı için’’ erkekler her zaman utanç duymalıdırlar.
Toland’ın bu söyledikleri elbette ki dini çevrelerde çalkantılara yol açmıştı. Daha sonra Fransız yazar Voltaire de Toland’ınkinden çok da farklı olmayan bir üslupla olayın vahşetini şöyle dile getirir. ‘’Bu, Cyril’in papaz tıraşlı köpeklerinin yobazlardan oluşan bir sürüye sırtını vererek işlediği hayvanca bir cinayet’’tir.
Toland ve Voltaire’in indirgeyici anlatıları filozof Hypetia efsanesinin başlangıcı olmuş ve onunla ilgili yazılmış kaynaklar, kiliseden korkmayanlar tarafından gün be gün ortaya çıkmaya başlamıştı.
Hypetia’yla aynı dönemde yaşayan ve güvenilir bir kaynak olarak kabul gören Socrates Scholasticus’un beşinci yüzyılda yazmış olduğu dinler tarihinden alınma bir yazıtta; Hypedia’nın kusursuz ahlakından, erdemlerinden, bilgeliğinden ve şehirde ne denli sevildiğinden bahsetmiştir. Sokrates’in yazdıklarının bir bölümüyse şöyledir.
‘’Hypetia İskenderiye’de yaşıyor, saygın bir aileden geliyordu. Babası Theon, tanınmış bir bilim adamı, Museion üyesi, yazar ve Hermetik-Ofreusçu metinlerle ilgilenen bir filozoftu. Sirius yıldızı ve gezegenlerin Nil’in üzerindeki etkileri, dünyanın büyüsü gibi önermeleriyle kızı Hypetia’dan farklıydı. Theon ve kızı ortak çalışmalarını yalnızca matematik ve gökbilim alanlarında söz sahibi olan İskenderiyeli öncülerinin izinden giderek sürdürüyorlardı. Babası Öklit ve Ptolemius tefsirleri yaparken Hypetia, Perge’li Apollonius, Diophantus ve Ptolemius’un yapıtlarına açıklık getiriyordu. Ptolemius’un elimizde bulunan ‘’Almagest ve Kullanışlı Cetveller’’ baskılarını düzenleyerek yayıma hazırlamıştı. Karizmatik bir öğretmen olarak felsefe eğitimi de veren Hypetia, sırf derslerine katılmak için uzak yerlerden (Suriye, İznik, Konstantinapolis) İskenderiye’ye gelen öğrencileri de cezbediyordu. Bu öğrenciler, öğretmenlerinin çevresinde Platoncu düşünce ve kişilerarası ilişkiler düzenine dayanan bir topluluk oluşturmuşlardı. ‘’Tanrısal klavuz’’larından onlara geçen bilgilere ‘’sır’’ adını vermişlerdi. Bunları gizli tutarak, tanrı ve evren gibi konuları kavrayamayacaklarını düşündükleri kişilerle paylaşmaya yanaşmamışlardı. Üstelik Hypetia’nın onlara tanrısal varlığa ulaşmaları konusunda kılavuzluk ettiği yol, tanımlanamaz; bu yolda yürümek içinse, zihinsel çaba, irade, sağlam bir ahlak ve sonsuzluk tutkusu gerektiriyordu.
Pagan bir Platoncu olmasına rağmen, takipçilerindeki çeşitliliğin de gösterdiği gibi –paganlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve yabancılar bir arada -entelektüel açıdan evrensel ve hoş görülü biriydi. Konum ve saygınlıkları göz kamaştıran hayranları, kimi zaman evinde, kimi zaman da şehrin konuşma salonlarında verdiği derslere katılımlarıyla kuyruk oluşturuyorlardı. Ünü sadece babasını değil, zamanın bütün filozoflarından açık farkla üstündü. Zaman zaman şehrin etkinliklerine katılır, saygıdeğer danışman konumuyla o günkü sorunlar hakkında hem yerel yetkililere, hem de ziyaretteki imparatorluk memurlarına önerilerde bulunurdu.
Eğitiminin bir sonucu olarak, pratiğe dönük bilgeliği ve hitabet şekli onu İskenderiye’de oldukça etkili hale getirdiğinden ve Romalı Vali Orestes de dahil olmak üzere yüksek mertebeden kişilerle onurlu bir ilişki sürdürmesini sağlıyordu. Bu yüzden herkes ona ciddi biçimde itibar ediyor ve ölçülülüğünden ötürü hayranlık besliyordu. 410 yılında, Ptolemias şehrinin piskoposu olan Hıristiyan Kyrene’li Synesius da, onun öğrencilerinden biriydi. İşte bu kadın filozofa kıskançlık duyulması da bu zaman oldu.’’
Hypetia’nın Ölümünü Hazırlayan Koşullar
15 Ekim 412’de o zamanın başrahibi olan Theophilus’un öldüğü güne dek, Hypedia’nın yaşamı toplumsal ve dinsel koşular altında, babasının oluşturduğu bir bilim ortamında, ileri düzeydeki felsefi söylemlerle uğraşan öğrencilerinin arasında sürüp gidiyordu. Ama Theophilus’un yeğeni Cyril’in ayaklanmalarla başrahipliğe seçilmesiyle bu koşullar değişmeye başlamıştı. Yetkilerini genişletmekte amcası Theophilus’dan bile ileri giden Cyril, acımasız iktidar tutumu yüzünden, Mısır’da kendisine karşı güçlü bir muhalefet oluşturmuştu. Önce kendisine karşı gelen ruhban topluluklarını bastırmış, daha sonra işi Büyük İskender zamanından beri İskenderiye’de yaşamakta olan Yahudileri kovma noktasına kadar getirmişti. Yahudilerle giriştiği amansız mücadele hem kendi ruhban topluluğuna zarar vermiş hem de İmparatorun bazı önlemler almasına da neden olmuştu. Hal böyle olunca, çıkardığı kaos ve kışkırtmaların bir sonucu olarak, olaylar vali Orestes’e ve destekçisi olan Hypetia’ya kadar sıçramıştı.
Socrates, Cyril’in Yahudilerin neden oldukları olayları nasıl kendilerine karşı kullandıklarını şöyle aktarmıştır:
Sokrates’e göre ‘’Yahudiler Cumartesi Sabbat’ı kutlayıp, Yasa’yı okumak yerine dans gösterilerine izlemeye tiyatroya gitmişlerdi. Bunu duyan Hıristiyanlar, Yahudilerin eğlenmesine dayanamamış ve onları tiyatroda taşlamışlardı. Bu sebeple Vali Orestes’in de pantomim gösterilerini konu alan bir fermanı duyurmak üzere tiyatroda olduğu Cumartesi gecesinde, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında kavga çıkmıştı. Yahudiler Orestes’in konuşması boyunca bağırarak izleyicilerin arasından Cyril’in adamlarının bulunduğunu, bunların kargaşa çıkararak şehirdeki imparatorluk heyetinin etkinliklerini baltalamayı amaçladığını söylemişlerdi. İskenderiye’de henüz düzeni oturtmaya çalışan vali Orestes’se, Cyril ve adamlarının araya girmesinden rahatsız olunca da, Yahudi izleyicilerin dertlerini dinlemiş ve bir karar vermişti. Valilik yöneticileriyle birlikte, konuya sonradan müdahil olan Cyril’in dalkavuğu Hiarax’ın görevden alınmasını istemiş, onu muhbirlik ve bozgunculukla suçlamışdı. Önceleri imparatorluk memurlarına ait olan pek çok yetkiyi eline geçirmiş olması yüzünden zaten başrahip Cyril’e kinli olan Orestes, Hierax’ın tutuklanmasını ve işkence görmesini istemişti. Vali Orestes’in bu davranışı Cyril’i öfkelendirmiş; Yahudi cemaatinin önde gelenlerini huzuruna çağırtarak, Hıristiyanları kızdıracak herhangi bir davranış sürdürmeleri durumunda, bunun ciddi sonuçlara yol açacağı tehdidini savurmuştu. Bu görüşmeden sonra Yahudilerin hıncı daha da büyümüş, Hıristiyanlara pusular kurmaya başlamışlardı. Bir gece St. Alexander kilisesinde yangın çıktığı haberini yayan Yahudiler, kiliseyi kurtarmaya koşan Hıristiyanlara saldırarak çoğunu öldürmüşlerdi. Cyril buna karşılık olarak büyük bir kalabalıkla Yahudi mahallesine yürümüş, havrayı kuşatmış, Yahudilerin mallarının yağmalanmasına izin vermiş ve çok fazla Yahudi’yi şehirden kovdurma yoluna girişmişti. Cyril’in yaptırımlarını öğrenince öfkelenen Orestes, olayları imparatora bildirmiş; ama bunun aynısı Cyril de yapmıştı.’’
İmparator’un tepkisi hakkında yorum yapmayan Soktares, Cyril ilişkilerini yoluna koymak üzere Orestes’e bir heyet gönderdiğini söylemiştir.
Cyril’in uzlaşma teklifini kabul edip ona inanan Orestes’i, aslında büyük bir süpriz beklemekteydi. Çünkü Cyril iktidarının elden gittiğini hissedince, çareyi Orestes üzerinde baskı kurmanın en can alıcı noktasından vurmayı seçmiş; hain planlıyla tüm Hıristiyanları ve onunla bağlantılı bir çok topluluğu karşısında toplamış; Yeni Ahit’i gösterip bunun gerçekliğini kabul etmelerini söylemiş; içerisinde yazanları saptırıp, Hypetia’yı dinsizlikle ve ahlaksızlıkla suçlamıştı.
İşte Cyril’in Yeni Ahit üzerinden vali ve Hypetia üzerine gittiği o sözleri şunlardır.
‘’Kadınların gösterişsiz, iffetli, adap ve edebe uygun giyinmesini istiyorum. Örgülü saçlarla değil. Altınla veya incilerle, pahalı giysilerle görünmesinler. Bir kadının bir erkeğe herhangi bir konuda bir şey öğretmesine ya da erkek üzerinde otorite kurmasına izin veremem. Tam tersine bir kadın bir erkeğe sesini çıkarmamalıdır. Sükunetini muhafaza etmelidir. Bunlar tanrının sözleridir. İsa bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden kutsal mirasını on iki erkeğe emanet etmişti. Erkeklere. Aralarında hiç kadın yoktu. Buna rağmen İskenderiye kentinde bazılarının bir kadını takdir ettiğini ve hatta sözlerine güvendiğini biliyorum. Filozof Hypedia’ya. Bu kadın alenen tanrısızlığını herkese ilan etmiştir. O bir cadıdır. Siz ileri gelenler artık kendinizi İsa’yla uzaklaştırmanın zamanı geldi. Bunlar tanrının sözleri. Önünde diz çökün ve kabul ettiğini belirtin.’’
Cyril’in bu sözleri üzerine vali hariç bütün herkes diz çökmüştü. Orestes Hypetia hakkında söylenen bu çirkin iftiraları duyunca, hınca hınç dolu olan salonu terk etmiş; Konstantinopolis başrahibince vaftiz edilmesine rağmen onu dinsizlikle suçlayan keşiş Ammonius’un başına taşla vurması sonucu yere düşmüştü. Çok miktarda kan kaybetmeye başlayan Orestes’i gören Hıristiyanlardan bazıları yardımına koşmuş, korkuya kapılmış olan parabalani muhafızları da dağılmıştı. Olaydan sonra Ammonius yakalatan Orestes, adamlarına ona ölünceye dek işkence yapılması emrini vermiş, daha sonra da olayı İmparatorluk elçiliğine bildirmişti. Valiyle sürekli yarış halinde olan Cyril de bunu imparatora bildirmiş, ‘’olanları din kavgası gibi göstererek Ammonius’un şehitliğinin kabul edilmesini istemişti.‘’
Geldiği günlerden beri huzursuzluğa neden olan Cyril’in, vali Orestes gibi nüfuz sahibi kişiler, şehrin ve ilçelerin yönetici sınıfının üyeleri ve onu destekleyen kayda değer kişileri yoktu. Bu yüzden takındığı bu tavırları eleştirilmesine neden olmuştu.
Büyük bir ahlaki üstünlüğe sahip olan Hypetia karşısında; bütün kaynaklar onun cesaret, erdem, doğruluk, vatandaşlık ve entelektüel birikim açısından kusursuz bir örnek olduğu konusunda birleşmişlerdi. Çağdaşlarının en çok saygı duyduğu erdemiyse, davranışları ve iç niteliklerine yansıyan özdenetimiydi. Bu erdem, cinsel oruçta (yaşamının sonuna dek bakire kalmıştır), mütevazi giyiminde (üç parçalı filozof giysisi), sade yaşam biçiminde, gerek öğrencilere, gerekse iktidar sahiplerine karşı takındığı ağırbaşlı tavırda kendisini göstermişti.
Bu çetin ahlak ilkeleri, Cyril ile vali Orestes arasındaki sürtüşmenin seküler tarafına destek verdiği zaman, dini çevrelerde korku ve telaş baş göstermişti. Kilise yetkilileri, göz ardı edilmeyecek bir yetkiye ve çok geniş bir nüfuza sahip, inançlarını savunmaya kararlı, dahası, nüfuzlu öğrencileri aracılığıyla imparatora yakın çevrelerin Orestes’i desteklemesini sağlayabilecek bir kimseyle karşı karşıya bulunduklarının farkına varmışlardı.
Sözcüklere Dökülemeyecek Gizler
Platon’un güzel ve akıllı öğrencisi Hypetia, kendisini savunmak için dar görüşlü başrahip Cyril’i yeni-Platonculuk ve Hıristiyanlık arasında yalnızca bir fark olduğunu ikna etmeye çalışmıştı. ‘’Sözcükler pek az farklı, anlamlarıysa hemen hemen aynı.’’ Hypetia Cyril’e, İsa’nın kendisi için kutsal olduğunu ifade etmişti, öte yandan kozmosun ebedi dokusunu kuşanan tanrılara da bağlılık duyduğunu söylemişti. Tanrılar doğanın güzelliklerinde, astral bedenlerin zekasında, sanatın mucizelerinde, gerçeğin peşindeki bilgelerin ruhaniliğinde kendilerini gösterirlerdi. Cyril’in, ‘’Sizin tanrılarınız muzaffer İsa’nın ayaklarının altında toğrağa karıştılar’’ sözlerine karşılık, Hypatia sanki tutkulu bir kreşendoyla karışık vermişti.
‘’Yanılıyorsun, Cyril. Kalbimde yaşıyorlar.
Senin gördüğün gibi değil –saydam biçimlere bürünmüş,
Göklerde bile insani tutkulara tabi,
Ayaktakımının taptığı, aşağılanmaya layık-
Ama gelişkin zihinlerin gördüğü gibi
Barınacak hiçbir yerin olmadığı yıldızlarla dolu uzayda:
Evrenin, içtenlikli erdemlerin güçleri,
Yer ve göğün uyumlu birleşmesi
Ki zihne ve kulağa ve göze hoş gelir,
Ki bütün bilge insanlara erişilebilecek bir ülkü,
Ve ruhun güzelliğine gözle görünür bir görkem sunar.
Bunlardır benim Tanrılarım!
Hypatia, hiçbir kaynakta çok tanrılı bir inanışa sahip olduğu geçmez, aslında o bir Helenci’dir. Gizemci ve dini bir hava veriken derslerinde, felsefe geleneğini izleyen toplulukların belirleyici özelliği olan büyü ve ayinlere yer yoktur. Tanrılar, şeytanlar, kahramanlar gibi pek çok tanrısal varlığıa yaranmak ya da hükmetmek için hiçbir çaba göstermemiştir. Tanrı’nın yakınlığını ve ruhsal kusursuzluğu duyumsayabilecekleri bir ruh haline erişebilmek için dua ediyor ve ilahiler söylüyorlardı. Öğrencileri arasında Hıristiyanların da bulunduğu düşünülünce bu uygulamanın anlaşılırlığı ve arzu edilirliği ortaya çıkar. Zorlu bir zihinsel çaba ve tefekkürle ruhun arındırılması sonucunda erişilen bu eşşsiz ruh halinin, vecd ile kendinden geçisin gerçeklikle bağlarının koğuşunun anlatılması söylenemezdi.
Tanrı’nın Sevgili Kulu
Felsefe öğretmenliği ve ahlak hocalığıyla kadınlık kavramını değiştiren Hypetia, güzelliği ve çekiciliği hakkında asla kafa yormazdı. Bir Platoncu olarak, fiziksel güzellik de dahil olmak üzere ‘’sonu olan her şeyin güvenilmezliğinin’’ fazlasıyla farkındaydı.
Damascius’a göre, öğrencilerinden biri ona sırılsıklam açık olmuş -bu öğrencinin Vali Orestes olduğu konusunda kesin olmayan görüşler vardır- tutkusunu bastıramamış en sonunda filozofa açılmıştı. Hypetia’ysa onu sabırla dinlemiş ve karşılığında ona, kullanılmış kanlı kadın bağıyla beraber bir uygulamalı metafizik dersi vermişti. ‘’Sizin sevdiğiniz şey aslında budur, genç adam, ama güzelliği sırf güzelliğin hatırına sevemezsiniz.’’ Anlaşılan o ki, bekaretini ömrünün sonuna kadar korumuş ve zamanın filozofları arasındaki geleneğe uygun olarak münzevi bir yaşam tarzı benimsemişti.
Bedeni hakir görmesi Hypetia’nın Hristiyanlarla ortaklaştığı tek görüş olabilir. Beşinci yüzyılın başlarının İskenderiye’sinde onun gibi –açık sözlü, bağımsız ve üstelik pagan- bir kadının şehrin otoriter başrahibi Cyril ile çatışmaya girmesi kaçınılmazdı. Cyril, Hypetia’yı şehir üzerinde elde etmek istediği sembolik güce rahip olarak görmüş olmalıydı. Akademisinin kapısında bekleyen at ve kölelerin çokluğu da, Cyril’in kıskançlığını üzerine çekti; bütün bunlar Cyril’i çileden çıkartarak harekete geçmesi için sebep oluşturdu. Hypetia ve Orestes karşısında elinden hiçbir şey gelmeyen Cyril çareyi hainlik yapmata bulmuştu. Çok geçmeden Cyril’in sadık parabalani’lerini (Hristiyan bir tarikat) Hypedia’ya karşı kışkırttı.
Hypedia, 415 yılının Mart ayında bir grup parabalani tarafından aniden ele geçirildi. Socrates Scholasticus olayı şöyle anlatır.
‘’Hem öğrencisi hem de sonradan Hıristiyan olan İskenderiye Valisi olan Orestes ile başrahip Cyril arasında bir gerginlik oluştu. Bu gerginlik Hypetia’dan mı yoksa Orestes’in Hıristiyan olmayan bir kadına bu kadar çok bağlı kalmasından mı kaynaklanıyor bilinmez; vali ile başrahibin barışması yolunda tek engelin Hypetia olduğu söylentisi yayıldı, bu engel de hemen ortadan kaldırıldı. O ölümcül günde, Hypedia at arabasından çekilip alındı, çırılçıplak soyuldu, Caesarion isimli kiliseye götürüldü ve vaiz Peter ile acımasız bir yobaz sürüsünün elleriyle insanlık dışı bir biçimde katledildi: Eti keskin istiridye kabuklarıyla kemiklerinden ayrıldı, titreyen organlarını Cinaron adı verilen bir yerde ateşe atıp yaktılar. (Dzielska, 1995:17-18) Adaletin soruşturulması ve cezalandırılması gönül alıcı armağalarla önlendi; ama Hypedia’nın öldürülmesi İskenderiye’li Cyril’in kişiliğinde ve dininde silinmez bir leke olarak kaldı.’’
Hypetia İçin Yazılan Şiirler
Hem öğrencisi hem de sonradan Hıristiyan olan, Hypetia’nın ne denli sevilen ve sayılan bir öğretmen olduğunu anlatan önemli bir kaynak da Synesius mektuplarıdır. İskenderiyeli bir şair olan Synesius, Hypetia’nın olgunluğu, kusursuzluğu ve bilgeliğiyle dünyevi biçimlerin ötesine geçerek yıldızlara, başarılarıyla hak ettiği ‘’göksel’’ bir varoluşa ulaşan bu kadını bir şiirle anlatır:
Ne zaman sana ve söylediklerine baksam, saygı duyarım,
Bakirenin göksel evine bakarmışçasına.
Tasaların göklere yönelmiştir çünkü senin,
Saygıdeğer Hypedia, sen bizzat aklın güzelliği,
Bilgeliğin eşsiz yıldızısın.
Hypetia şiirde bakirenin gök bilimsel simgesi olan Başak takımyıldızı (Virgo) ile birlikte anılmaktadır.
Hypetia efsanesi, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında doruk noktasına ulaşmıştır. Charles Leconte de Lisle’nin 1847 yılında yazmış olduğu Hypetia adlı şiiri oldukça tüyler ürperten cinstendir:
Yalnız o hayatta kalır, susturulamaz, ebedi;
Ölüm titreyen evrenleri dağıtabilir
Ama Güzellik onun ateşiyle hala parlar,
Ve herşey onda yeniden doğar,
Ve dünyalar hala beyaz ayaklarının altında secde eder.
Hypetia Üzerine Akademik Çalışmalar ve İncelemeler
Hypetia üzerine akademik amaçlı ilk makalede (1689) ve üzerine yapılan tarihi çalışmalarda, çeşitli sözlük ve ansiklopedilerde, matematik tarihçelerinde, bilim ve sanata katkıda bulunan kadınları konu alan yapıtlarda ‘’Tarihte zamanının en ileri matematik bilgileri üzerine ders vermiş ve eleştirel yorumlar yazmış, kahraman, bilge, büyük bir Helen kadını’’ şeklinde hayranlıklarını dile getirmişlerdir.
1898 doğumlu Matematik Profesörü A. W. Richeson ‘’saygın matematikçi-düşünür Hypedia’nın ölümünden sonra, Ortaçağ sonuna dek kayda değer başka bir matematikçi çıkmadığını’’ belirtir.
Hakikatten, Hypedia’nın ‘’Dünya’nın şeklinin elips olduğunu bulmasından tam 1200 yıl sonra, on yedinci yüzyılda, gökbilimci Johannes Kepler gezegenlerin, daire değil, elips şeklinde yörüngelere sahip olduğunu keşfetmiştir.’’
Aynı şekilde din ve tarih araştırmacısı B. Lumpkin de şunları yazmıştır. ‘’Antik çağın evrensel dâhilerinden biri olan Hypetia, antik çağın son büyük bilim kadını, cebirci ve bilim şehididir.’’
Klasik uygarlığın Afrika ve Asya’dan aldıklarını inceleyen İngiliz bilgin Martin Bernal’sa, ‘’Serapis tapınağının yıkılmasından yirmi beş yıl sonra, zeki ve güzel matematikçi, filozof Hypedia aynı şehirde Aziz başrahip Cyril’in kışkırttığı bir keşiş topluluğunca kanlı bir biçimde öldürüldü. Bu iki şiddet eylemi, Mısır çoktanrılılığının sonunun ve Hristiyan karanlık çağlarının başlangıcının mihenk taşlarıdır.’’
Bu kurucu cinayet, birçok şehit-filozofun neden çeşitli felsefi geleneklerin kurucusu olarak görüldüğünü açıklayabilir. Sokrates Batı felsefesinin esas kurucusu olarak görülür (kendisinden önce gelenlerin ‘’Sokrates öncesi’’ filozoflar olarak kabul edilmeleri de bunu gösterir). Aynı şekilde Hypetia, kendisinden önce gelen kadın filozoflar olsa bile felsefedeki kadın geleneğinin öncüsü olarak kabul görür. Hatta feminist meselelere dair fikirlerinin ne olacağını bilmek pek mümkün olmasa da felsefi feminizmin kurucusu olarak da kabul edilir.
Kaynakça:
Roy Macleod: İskenderiye Kütüphanesi
Maria Dzielska: İskenderiyeli Hypetia
Costica Bradatan: Fikirler için Ölmek
Brian Haugton: Gizlenen Tarih
Library of Alexandria: https://www.youtube.com/watch?v=dgVyR3aeEl4&t=30s
Kategoriler
Hypatia’nın yaşam öyküsü beni hep heyecanlandırır, yani bildiğimiz kadar olan kısmı ve tabi ki hüzünle karışık bir saygı duyarım ona.
Yazı için teşekkürler.
BeğenBeğen
Çok teşekkür ederim. Duygularımıza tercüman 🙏 Sevgiler
BeğenLiked by 1 kişi
Esra hanım merhaba karşılıklı link alıyormusunuz acaba https://www.musakinik.com.tr/
BeğenBeğen