İNSANI AYDINLATAN BÜYÜK BİLGİLER: KEHANETLER
Dünya, birçok varlığın ‘’evrim yasalarıyla’’ kuşatılmış bir plesenta ile çevrilidir. Bu plesentayı bilen ‘’Kolektif Yönetici Sistemi’’ insanoğlunun çok uzak geleceğini de kuşkusuz bilmektedir. Bu Sistem ve onun Hiyerarşik ruhsal planları, belirli sebep-sonuç ilişkisinin oluşmasını sağlamak için fizik dünya üzerinde bulunan insanlara, ara sıra, bildiğimiz kehanet denilen gelecekle ilgili bilgiler verirler.
Dünyada belirli bir olgunluk düzeyine getirilmeye çalışılan insanın terbiye edilmesinde kullanılan kehanet olgusu, zaman zaman beşeri karmasını sürdürmek üzere çıktığı yolculukta bir takım kanallarla kitleleri uyandırır.
Şimdi duyacağınız bu bilgiler, daha önceki uygarlıklarında aynı ruhsal deneyimleri yaşadıkları, Belial’ın Oğulları tarafından yeryüzünü karanlığa ve kana bulayan, yakıp, yıkan ve tahrip edip, yaşamı talan ve yok edenlerin oluşturduğu hain planlarını özetler.
Çok geç olmadan yaratımını gerçekleştireceğimiz her durum ve düşüncenin frekansı bizim güvende olmamızı sağlayacaktır. İnsanın en temel ihtiyacı olan güven ve sevgi, maddi ihtiyaçlarını ve huzurunu da beraberinde getirecektir.
İNSANLIĞI AYDINLATAN BÜYÜK BİLGİLER
Evrendeki tüm kozmik güçler, dünyanın ve insanın zuhurunu tanımlayabilmek için bize sonsuz kaynak sağlamıştır. İçimizdeki güneşi bulabilmek ve yaşamımızın daha iyi anlaşılır olması açısından daha büyük bir şeye gereksinim duyarız.
Başlangıça…
İNSANIN KADERİ
MÖ. 50.000’de Atlantis’te hayat, tanrısal bütünlüğü koruyan azizlerin tavsiyeleri altında, evrensel güçlerin kullanımı için kendilerini düşünsel konsantrasyon ve şuur haline verdikleri, başka bir deyişle bedensiz dört boyutlu bilinç oldukları bir dönemi kapsıyordu. Bitki ve hayvanların iki boyutlu ve biz homosapiens’lerinse üç boyutlu bilinçler olduğunu düşünürsek bu oldukça ileri seviye bir bilinç demektir.
Hepimizin merak ettiği, ilk insanın bu dünyaya nasıl tezahür ettiği, Kayıp Kıta Atlantis’in bir efsaneden mi, yoksa geçmişimizi ve geleceğimizi özgürleştirecek kalıtsal bir insan evrimi mi olduğu ve ne zaman su yüzüne çıkacağına dair sorular zihnimizi meşgul ederken, ‘’Uyuyan Kahin Edgar Cayce’nin’’ bazı hayat okumaları bu sorulara oldukça umut verici bir gelecek sağlar.
Ancak unutulmamalıdır ki, medyum Edgar Cayce’nin okumaları, 1900’lü yılların başında yazılmış, karmaşık ve belirgin olmaktan yoksun; akıl, ruh ve zihinsel varlığımızı meditatif bir tesirle, yani algının ötesine geçip idrak seviyesini yükselterek aşama aşama bağlantı kurarak anlamak gerekir.
Edgar Cayce’nin Atlantis’le ilgili okumaları, herhangi bir kaynaktan değil, bizzat ona ruhani açıdan kendini düzeltmek, ruhani zayıflığını keşfetmek ve hayattaki hedeflerini tinsel açıdan bilmek için gelen insanların reenkarnasyonları sırasında oluşturulmuştur.
Cayce, Mısır Kültürü ile Amerikan yerlilerinin Atlantis menşeli olduklarını ve ana kıtanın yok olmasından sonra batı ve doğu da gelişmiş olduklarını aktarır.
Cayce’nin hayat okumaları dünyanın üç felaketini gözler önüne serer. Bu jeolojik değişim ya da dünyanın tahribi MÖ. 50.000, 28.000 ve 10.000 yıl önce gerçekleşmiş ve mevsimlerce sürüp, kıtalara dağılmıştır.
Ona göre, bu değişimden sonra, Atlantis’te yaşamış birçok ruh (veya varlık) özellikle Amerika’da yeniden doğmuş, oraya, teknik yeteneklerini ve etkinliklerini getirmişlerdir. Çoğunlukla nefisleriyle ilgili karmaları vardır.
Edgar Cayce’nin, ruhu ve karmasıyla ilgili sorunları çözüme kavuşturmak amacıyla ona başvuran insanlar için yaptığı medyumluk çalışmaları, aslında birçok sorunun da cevaplanmasına olanak tanımıştır.
Cayce’nin yaptığı hayat okuma çalışmalarının bütünü olarak, bugün eski Atlantis seviyesine yükselen teknik yeteneklerin, yeniden doğan binlerce insanın DNA’sına kodlanmış olduğunu ve eğer karmalarını çözebilirlerse kendi ve medeniyetlerinin geleceğine yön vereceklerini söyler. Bu okumalar, genellikle ruhun daha önceki yaşamından edindiği karmik şemalarıyla ilgili psikolojik problemleri inceler ve bir meslek seçiminde rehber vazifesi görür. Bu problemler bastırılmış korkular, zihinsel tıkanıklıklar, hevesler, evlilik zorlukları vb. niteliğindedir.
Cayce’ın düşüncesine göre, karma ruha kendini aklen, manen ve maddeten iyileştirme imkanı veren evrensel bir sebep ve sonuç dönümüdür. Dünyaya bir insan bedeniyle gelen her ruh ya da varlık, şuur altında önceki hayatı esnasında topladığı özelliklerini ve melekelerini korur. İnsan kin, korku ve açgözlülük gibi ruhsal etkilerle savaşmak zorundadır.
Atlantis gibi, çok çok eskiden, kadim soy ve ırkları muhafaza edenler, kendi aralarındaki soğukluklar nedeniyle, bu saf ırkları tiranların emrine sokmak için yıkıcı güçlere başvurdular. Bu yıkıcı güçler de gazlarla dolu doğal kaynaklara bağlıydı; doğal elektrik güçleri, toprakta ağır ağır soğuyan yanardağ püskürtmeleri meydana getiriyorlardı ve bugünkü Sargasse ‘’Kıyısı olmayan Deniz’’ (Saragossa) adı verilen kara parçası sulara gömülmüş oldu. Bu yeni bir göçü harekete geçirdi. İşte bu yüzden dünyanın değişik bölgelerindeki ‘’Aden Cenneti-Aden Bahçesi’’ adı verilen olaylarla ilgili efsaneler de buradan gelmektedir.
HİPNOZ VE KOZMİK HAFIZA
Edgar Cayce’nin 1944’te Robert adlı elektrik mühendisiyle yaptığı bir çalışma, gencin sadece hayatı konusunda en iyi olan seçimi yapması için değil, aynı zamanda karması için aradığı tüm cevapları bulmasına olanak tanımıştır. Robert hayatı konusunda bir karar vermeden önce Edgar Cayce’den aldığı destek sayesinde, askeri ya da sivil alanda çalışma konusunda bir istikrar sağlamak istemiştir. Emin olamadığı şeyse, önceki yaşamlarında elde ettiği başarıları ve bunların sonuçlarının karmasını devamlı yaşıyor olmasının duyduğu vicdan ve iç sesiyle ilgili çelişkisidir. Hipnoz çalışmalarında, önceki enkarnasyonlarından edindiği, Almanya, Hindistan, Mısır ve Atlantis’te savunma ve saldırı açısından yaptığı çalışmalar onu hem çok özel ve başarılı, hem de ruhani anlamda karmasının sürekli aynı şekilde devam etmesini sağlıyormuş. Robert, hipnoz sonrası önceki yaşamlarında aldığı kararlar neticesinde duyduğu üzüntüyü yeniden telafi edebilmek için sivil olmayı tercih etmiş. Çünkü daha önceki enkarnelerinde atom bombası yaptığını biliyormuş. Son seçtiği yolda servet yapamamış; ama güzel bir karısı, iki güzel çocuğu, çok iyi bir sağlığı ve sıkıntısız bir hayatı olmuş.
Cayce’nin yaptığı bir diğer hipnozda, Tom isimli bir gencin, daha önce Atlantis’te, egoist amaçlar için kullandığı elektirik veya mekanik yeteneklerini, yıkıcı değil yapıcı yollar için geliştirmesi gerektiğini; eğer yeteneklerini iyi yolda kullanırsa tüm ulusun ona teşekkür edeceğini; bencil veya yıkıcı yolu tercih ederse bir çocuğun onu tanımayı reddedeceğini söylemiştir. Tom öncesinde bu uyarılarla alay etmiş ve bildiğini okumuştur. Genç yaşta savaş gemileri için torpil dedektörleri imal eden büyük bir firmanın müdürü olmuş ve saldırılan ordular için kullanılan elektronik alet ve patlayıcıların öncüsü olmuştur. Savaş sırasında Tom, epeyce bir servet sahibi olmuş, fakat bu para ona ne mutluluk ne de sağlık getirmiştir. Çalkantılı bir evlilik, sarsıntılar ve sinir bozuklukları, ona servetini ve aynı zamanda eşini kaybettirmiştir. Sonunda bu fikrini değiştirip yapıcı alana dönünce olağanüstü bir stereofonik bir sahne aleti yapmış, duygulu dengesine kavuşmuş ve bir dereceye kadar da mutluluğu tatmıştır.
Başka bir hipnozda, doğuştan fiziksel hastalıkları olan bir kadın sürekli doktora gidip ağrıları için ilaç istiyormuş. Bir gün tıp bilimi yerine pozitif bilimden şifalanmayı edip tercih edip, Edgar Cayce’den yardım almaya gitmiş. Bu okumaya göre, kadın İmparator Neron döneminde onun yanında yer alıyormuş ve ilk Hıristiyanların kıyılmasına katılanlardanmış. Bu varlık bu yüzden şimdiki bedeni içinde acı çekmekteymiş. Edgar Cayce kadına, umutsuzluğa düşmemesini, ruhunun mükemmel olmasa da farklı enkarnasyonlarında yükselmesine sebep olacak seviyeye ilerlemiş olduğunu, sabır ve sevgisinden faydalanmak isteyen birçok insanın ona ihtiyacından bahsetmiştir. Kadının bir başka enkarnasyonunda evini, ailesini hatta hizmetçilerini bile sevgisiyle kucakladığını söylemiştir. Şimdiki enkarnasyonuysa, fiziki acılarının açıklamasını keşfedeceği ve zorlukları yenme cesaretini göstereceği bir kavrama sahip olacağını bildirmektedir.
Edgar Cayce telkinli terapi çalışmalarını yaparken trans haline girebilmek için kişinin yanında olmasına gerek duymamıştır. Örneğin, evladı için endişe duyan bir anne, çocuğunun şifaşanması için Cayce’den yardım iştemiştir. Cayce, kadının kızını görmeden, şimdiki yaşamı için onun Fransa’da yaşadığını, eğitimini tamamlayıp meslek edinmeye çalışacağın ve çok gezgin biri olacağını söylemiş. Daha önceki enkarnasyonlarındaysa Musa zamanında Mısır’da yaşamış olduğunu, Mısırlı olmasına rağmen Yahudileri övdüğünü ve onlardan dostları olduğunu ve yolculuk yapmayı çok sevdiğini; bu yüzden hep gemileri arayacağını söylemiş. Kızın annesi yıllar sonra Cayce’ye yeniden mektup yazmış ve mektubunda, küçük kızının resimlerinde daima gemiler çizdiğini, Yahudilere ilgi duyduğunu, üniversitesinin son senesinde bir lisenin ikinci sınıfına Fransızca öğretmeni olduğunu, tahsilini tamamlamak için her gün çok uzun bir yol kat ettiğini, üniversite, lise, yarım günlük iş yeri ve ev arasında onlarca kilometre yürüdüğünü, diplomasını aldıktan sonra sosyal güvenlik müfettişi olarak çok gezdiğini söylemiş.
ANAHTAR BİLGİLER
1950’den sonra birçok araştırmacı ve Profesör, İnsanın Amerika’daki varlığına ilişkin detaylı bir kazı çalışması başlattılar. Bulunan insan kalıntıları, MÖ. 20.000’den MÖ.50.000’e kadar uzanıyordu. Edgar Cayce’nin okumalarını ihtiva eden bu araştırmalar, günümüzden yaklaşık 30.000-12.000 yıl önce, bilimsel keşiflerle, insanın Amerika’ya Bering Boğazı’ndan gelmiş olduğu fikrini buzul kubbesiyle kapattığını ispatlamıştır. Çünkü o dönem Bering Boğazı’nda oldukça yüksek bir buzul silsilesi vardı.
Bilim insanları 1966 yılında, Pasifiğin dibinde, Peru açıklarında yaşayan deniz fosillerinden biri olan Neopilina’yı ararlarken beklenmedik bir şey daha keşfettiler. Okyanusun 2000 metre derininde, üzerinde hiyerogliflerle kaplı taştan yontulmuş sütunlar buldular. Bulunan buluntular Atlantis’in varlığını kanıtlamasa bile, insanın bu dünya parçasında en az 30000 yıl var olduğunu gösterir.
1958 yılında Edgar Cayce’nin okumalarının tutulduğu kütüphaneye giden bir üniversite profesörüyse, araştırmalarından elde ettiği sonuçlarla, 1959’da bir bilimsel kitap çıkardı. İçeriğindeki bazı cümleler oldukça dikkat çekicidir.
‘’Edgar Cayce’nin eski jeolojik sarsıntıları anlatan elli kadar okumasını inceledim ve bildirilerinin mantıklı ve gerçekçi olduğunu kabul ederim. 1958’den 2001 yılına kadar olan jeolojik olayları onun verilerine dayanaraktan karşılaştırdım.’’
BÜYÜK BULUŞ-KUMRAN TABLETLERİ
1936 yılında ona şifalanmaya gelen bir kadına yaptığı hipnoz çalışması sırasında söylediği sözler, o zaman pek bir şey ifade etmese de, Cayce’nin ölümünden sonra 1951 yılında bulunacak ve herkesi hayretler içerisinde bırakacak olan Kumran Talbetleri’nin şu sözleri devamında oldukça çarpıcı bilgileri beraberinde getirmektedir.
‘’Varlık, Esseni tarikatında bir çeşit üstün Ana’ydı. İsa’nın şakirtlerine yardım etti ve onları destekledi; sık sık Kudüs ve Bethani arasında, Galile yolları üzerinde Mesih İsa ile karşılaşıyordu. Çünkü varlık, hemen yanından Jeriko’ya inilen Emmaüs’ün üstünden geçen yoldaki okula bağlıydı. Varlık, İsa’nın sözlerini dinlemeye gelen ve onları anlamaya çalışanlara rastladı, çünkü kahin ve kahine okulunun bir öğrencisi olarak onlara yardım edebilirdi.’’
1936 yılında söylediği bu sözler, on bir yıl sonra, Ölü Deniz’de eşsiz benzerlikteki ‘’Kumran Tabletleri’nin el yazmalarında’’ bulunacaktı. O yıllarda Esseni tarikatının varlığından kimsenin haberi bile yoktu. Ayrıca Qumran çevresinde bazı mezarlarda kadın iskeletleri de bulunmuştu. Ama Esseni tarikat mensuplarının çoğu erkekti.
Bu okumaya paralel 1939 yılında bir okuma daha gerçekleşti ve şu sözleri içeriyordu.
‘’Çünkü varlık Meryem, Elizabet, Mecdelli Meryem, Marta gibi mukaddes kadınlardan biri olarak vasıflandırılıyordu. Lazar’ın dirilişi gibi mucizeler, görmüştü. Varlığı tanıyan bu kadınlar, onu Salome adıyla biliyorlardı.’’
Cayce’nin bu sözlerinin ardından Yuhanna’ya bakıldı. Ancak Lazar’dan bahsedilse bile Salome adında hiçbir kimseye rastlanmamıştı. Oysa tam yirmi bir yıl sonra 30 Aralık 1960’da Colombia Üniversitesi’nde bir tarih profesörü olan Prof. Dr. Morton Smith, Markos İncili’nde bu kadının, İsa’nın çarmıha gerildiği anda orada bulunduğunu ortaya koyacaktı. Prof. Smith, Salome olarak isimlendirilen bu kadının Lazara’nın dirilişi esnasında var olduğunu kanıtlayacaktı. Bu mucize belki tekrar doğuşun kanıtı olmayabilir, ama Edgar Cayce’nin okumalarını doğrulayan niteliktedir.
MÖ. 50000-10.000’DE ATLANTİS
MÖ. 50722’de Atlantisliler ‘’Bir’in Kanunu’’ içerisinde mutluluk ve ilahi düzen içerisinde yaşıyorlardı. Fakat ‘’Belial’ın Oğulları,’’ Bir’in Kanunu’nun oğullarına, kızlarına, ülkenin yöneticilerine, tüm insan ilişkilerinde, zevk ve haz duyma alışkanlıklarını ve diğer benzeri faaliyetleri aşıladılar. Onları manevi kanunlarına, maddi kazanç elde edeceklerine ikna ettiler ve kaçınılmaz bir şekilde Atlantis’te ilk yer sarsıntılarının oluşmasına ve ülkenin tabiatını ve tahribini hızlandırmalarına neden olacak faaliyetlerde bulunmalarına ortak oldular.
Tarih öncesinden kalan hava kuşlarını ve dev tarla hayvanlarını yok etmek için yıkıcı kuvvetler icat eden Belial’in Oğullarıyla birleştiler. Tufanları önceden bildiren Mu ve Om varlıkları, Atlantis halkını atomik enerjinin kötüye kullanımının volkanik püskürtmelere neden olabileceği konusunda uyarmışlardı. Ama Belial’ın Oğulları’na inanan birçok Atlantis halkı bunu dinlemedi ve Tanrı kutupları ve tabiatı değiştirdi. Dünyanın ilk tahribatını volkanik püskürtmeyle tetiklemiş oldular.
İlk tufanda sağ kalan halk, Poseydia ya da Atlant’a taşındılar. Bugün keşfedilen birçok şey Poseydia’da kullanılıyordu. Bilim sınırsız aşamalar kat etmişti. Poseydia halkı hayatın noktürn yani müzikal tarafını keşfetmiş ve ses dalgalarıyla kristalleri, mekanik, kimyasal ve elektiriksel kuvvetleri yönetebilecek çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardı. Kristalin etkili kullanıldığı elektiksel güçlerin geliştiği bu faaliyetler; alet ve gemilerle bir yerden bir yere gitmek, uzun mesafeli fotoğraf çekebilmek, duvar ötesindeki yazıları okuyabilmek ve ağırlık kuvvetlerinin yenilmesi gibi günümüzde hala düşünülmemiş olan birçok şeyin mevcut olduğu bir dönemdi.
Hem havada hem de su altında yüzen gemileri vardı. Bu hava gemilerinin üzerinde güneşin, metal üzerindeki ışınlarını yakalayan elmas yüzeyleri vardı. Asansörleri ve sıkıştırılmış hava ve buharla kullanılan bağlantı tüpleri üretiyorlardı. Belial’in Oğulları, Poseydia’lılardan ulaşım ve iletişim araçlarından faydalandılar. Halklarını birbirine sataştırdılar. Dünya normal dönüşünü durdurdu ve kendi ekseni çevresinde üst üstte iki defa dönerek dengesini bozdu. Dağlar denize battı, okyanuslar gökyüzüne doğru fışkırdı. Dünya boşlukta ve uzayda dönüp durmaya başlamış ve donmuştur.
MÖ. 28000’de meydana gelen ikinci tahribatsa, Atlantis’in toprağını beş adaya ayırdı. Bu adalardan sağ kalanların isimleri Eden, Alta, Peos, Sus ve Poseydion şehirleriydi. Halkı hava gemileriyle Orta Amerika, İran, Fas ve Mısır’a taşımak için bir göç dalgası başlattı. Bu gemiler, hem havada hem okyanusta hem de diğer unsurlar içerisinde süzülebiliyordu.
Sonuncu tahribatsa MÖ.10.000’lerde, Nuh Tufanı adıyla bildiğimiz, dünyanın neredeyse tamamının sular altında kaldığı ve onlardan arta kalan son bilgilerin Mısır’da piramitlerin ve arşiv salonlarının içine kaydettikleri Atlantis halkıydı. Fakat her tahrip dönemi, şüphesiz aylar ve seneler sürmekteydi. Bu son halk, MÖ.10.600’de Mısır, Meksika ve Yukatan’a göç etmişlerdir.
Edgar Cayce tarafından verilmiş olan 2500 kadar ‘’hayat okumaları’’nın içinde, tarihin bilinen ya da bilinmeyen sayısız dönemi ortaya çıkarılmıştır. Elde edilen bu bilgilerle, dünyadaki esrarengiz ırkların, kökenleri ve gelişmeleri açısından araştırmacılara ve bilim insanlarına ışık tutmuştur.
Günümüzde bu uygarlıklardan arta kalan olan çok az bulguya sahip olduğumuzdan dolayı bu bilgi eksikliğimiz gayet normaldir. Arkeologların, bu uygarlıklar hakkında terk edilmiş eşya kalıntılarını bir araya getirerek elde ettikleri bilgiler pek çok cevaplanamayan soruyu beraberinde getirse de, birbirinden çok uzaklarda bulunan bu uygarlıkların arasındaki benzerlikleri görmek çok zor olmayacaktır.
Cayce’nin ‘’okumaları’’, kıtalarının yavaş yavaş batmakta olduğunu hisseden Atlantis sakinlerinin, çağlara göre, değişik bölgelere göç etmiş oldukları, farklı biçimlerde kendini belli eder şekilde açığa kavuşturulmuştur.
‘’İnsanın yeryüzündeki konumunu anlamak için bazı açıklamalar gereklidir. Çünkü insanın bu çağda yeryüzüne ilk yerleşmesinden beri, bir biri ardına birçok değişimler oldu. Birçok bölge kayboldu, bazıları meydana çıktı, çağlar boyu kayboldular ve yeniden göründüler. Ve o zamanlarda sadece Sahra, Tibet, Moğolistan, Kafkasya ve Norveç adıyla tanıdığımız topraklar, Asya, Avrupa, Afrika ve Peru’da, Andlar’da, Utah Düzlüğü, Arizona ve Meksika’da meydana çıktılar…’’
‘’İnsan Sahra’da ve Batı’da Atlantik Denizi’ne dökülen Nil Nehri’nin yukarı bölgelerine yerleşti; Tibet ve Kafkasya Nehirleri Kuzey Denizi’ne, Moğolistan’ınkiler Pasifik Okyanusu’na, yüksek platolardaki nehirler de arktik denizlere dökülüyordu… Yeryüzünde o sırada 133 milyon can bulunuyordu. Bu çağ, on milyon beş yüz bin sene önceydi. İnsan yer yuvarlağına hükümran olmak için yeryüzünde zuhur ettiği zaman, aynı anda beş bölgede, beş gelişim, beş ulus vardı.!! (28 Mayıs 1925)’’
Edgar Cayce’nin 1925 yılında söylediği bu sözler büyük bir yankı uyandırmıştı. İnsanın binlerce değil de milyonlarca yıl önce var olabileceği fikri bilim insanlarını daha çok araştırmaya sevk etmişti. Dünyanın birçok yerinden antropolog ve bilim insanları ortaya çıkan insan ve insanımsı kemikleri daha fazla ayrıntısıyla incelediler. Ve araştırmalarında ortaya çıkan sonuç 500.000, 600.000, 1.850.000, 2.300.000 yıl önceye tarihlenen insan ve insana benzeyen kemik kalıntıları buluntularla kesinleşmiş oldu.
Cayce’nin Atlantik Okyanusuyla ilgili okumaları yine arkeolojik, jeolojik ve oşinografik buluntuları doğrulanmaya devam eder nitelikteydi.
‘’Atlantis Kıtası, bir taraftan Meksika Körfezi ve diğer taraftan Akdeniz Adası’nda bir konuma sahipti. Pireneler, Fas, İngiliz Hordunası, Yukatan ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bu kaybolmuş karanın varlığıyla ilgili kanıtlar bulunacaktır. O veya bu çağda, bu engin kıtanın parçasını oluşturması gereken kısımlar su üstünde kaldı. İngiliz Batı Hint Adaları veya Bahama da bu izler arasındadır. Eğer, bu adalarda veya Golf Stream’de ve özellikle Bimini kıyılarında jeolojik sondajlar yapılmış olsaydı, muhakkak kesin kanıtlar bulunacaktı.’’
Bu okumalar, Atlantis’in izlerinin bulunması konusunda teşvik içermekteydi.
‘’Başlangıç olarak kabul edilen şeyde ya da Kafkaslar, Karpatlar veya Aden Cenneti zamanında, bugün çölde ve dağlarda olan bu toprakların kuzey uçlarında bulunan parçalar güneydeydiler; demek oluyor ki, kutup bölgeleri, tropikal veya yarı tropikal bölgeleri ayıracak şekilde, dönmüşlerdi; öyleyse değişimi izah etmek zordur. Nil, Atlantik’e dökülüyordu. Bugün Sahra olan yer, oturulan çok verimli bir bölgeydi. Bugün Birleşik Devletler’in merkez parçası veya Missisippi Havzası, okyanus altındaydı; sadece plato, bugün Nevada, Utah ve Arizona’yı oluşturan bölgeler su üstüneydi. Atlantik boyunca uzanan doğu kıyılarımız, Atlantis kıtasıyla bir bütün halindeydi. Andlar veya Güney Amerika’nın pasifik kıyıları, Lemurya’nın (yani Mu’nun) uzak doğu kıyılarını oluşturuyordu. Urallar ve kuzey stepleri tropikal bir ülkeydi, Moğalistan çölleri verimli bölgelerdi. Okyanuslar, ters yönlere çevrilmişti.
Cayce’nin sözlerinden insanoğlunun yeryüzü etrafına dağılışı, Atlant toprağındaki felaketleri, kabartmaları, tufanları ve yeryüzündeki ekseninde tersine dönüşün ne zaman olduğu, Beyaz ve Sarı Irkların Mısır, Hindistan, İran ve Arabistan bölgelerine ne zaman gelip yerleştiklerini anlamış oluyoruz.
İNSAN DOĞASIYLA İLGİLİ HATIRLANMAYAN BAŞKA NELER VAR?
Edgar Cayce’nin dünya ekseninin yer değiştirmesiyle ilgili olarak yapmış olduğu bu açıklamalar, bilim insanların jeofizik ve manyetik kutupsallaşmayla ilgili yaptıkları araştırmalara yön vermiştir. Ayrıca insanın yeryüzünde bugünkü şekliyle mi yoksa farklı bir zuhurdan mı meydana geldiği sorularını içeren bilgiler, şu cümlelerle bize Lemurianımsı fizik bedenlerinden de bahsetmektedir.
‘’Koç Burcu’nun Hindistan’a girişinden 98-100.000 yıl önce, beş duyumuzun imkan verdiğinden farklı bir dünya şekli, fiziksel görünüşü ve tabiatla uyumlu, düşüncenin gelişmesiyle form alabilen, adeta bukelemun gibi, dişil ya da erkek olarak ayrılan, bazılarının boyları en az üç dört metre, bazılarınınsa ideal insan boyunda yani Hz. Adem gibi, 700-1000 yaşında, (bugün 50-60 sene yaşamak, o zaman 500-600 sene yaşamaktan farklı değildir) bugünkü tanıdığımız insan şeklinde değil, ama insanın başlangıcı gibi; maddi bedene, Belial’in Oğulları’yla tanıştıktan sonra düşünce ve metafizik güçlerini kaybederek ve insani duyumları hissetmiş, sonra da doğum ve ölüme mahkum olmuş, tekrar doğuş kanunlarıyla karmaya bağlı hale gelmiş, fizik dünyaya bağlı ve ondan yararlanmayı ve ona göre biçimlenmeyi hedef almış, yani bugünkü insan formunun dünyada var olan hallerini ve değişik şartları deneyimlemişlerdi.’’
Edgar Cayce, onların kıtalarını terk ettikten sonra, sığındıkları milletlerde izleri kaldığından bahsetmektedir. Bakınız; Chauvet Mağarası ve Mısır…
Son tufandan sonra dağılan insanların hangi bölgelere yerleştikleri hakkında bilgi veren ‘’Ra Bilgileri’’ adlı kitap, bugünkü Tibet, Peru, Türkiye’nin dağlık bölgeleri ve Mısır’da Atlantis’lilerin izlerinin devamı olduğundan; hatta bir çok akademik çalışmada, Türk’lerin Mu ve Atlantis’lilerin devamı olduğunu, onların bilgilerini taşıdıklarından bahseden sayısız kaynak görürsünüz.
ATLANTİS’İN PARLAK DÖNEMİ ve BULUŞLARI
Edgar Cayce’nin 1933 yılında, Atlantis’le ilgili ‘’hayat okumaları’’ atomik fabrikaların gelişmesinden, lazerin bulunuşundan ve erime halindeki plazmanın manyetik şişe içerisine saklanmasından ve ‘’ateş taşından’’ bahsetmektedir. Bu ateş taşı, amyanta benzer, oval ya da kubbeli şekilde, atmosferde bulunan enerjileri bile yoğunlaştırıp hareket ettirebilir haldedir. Kubbesi raylar üzerinde hareket ederken, gemiler ister görüş alanında, ister suyun altında, isterse uzayda ve diğer unsurlar içerisinde olsun –burada unsurlardan kastı tahminime göre dünyanın katmanlarına ya da farklı paralel evrenlere ışınlanan- enerjisine hiçbir engel olmadan ilerleyebilen bir anizotropik modeldir. Aynı zamanda bu ateş taşı ya da kristal, bedenleri iyileştiren ve gençleştiren bir etkiye de sahiptir. Bu taşı ve taşla ilgili bilgileri Atlantis’in batık bölgesi, Poseydia tapınak kalıntıları, Florida kıyıları açıklarında, Bimini adası, Mısır’daki tapınak arşivlerinde, Güney Amerika’da, Yukatan’da bulunabileceği yönünde bilgi verir. Yukatan’da bu taşın Amblemi bulunuyor. Cayce’nin 1933 yılında söylediği bu okumalardan sonra Yukatan’daki bulunan heykeller ABD’deki müzelere nakledilmişlerdir.
ATLANTİS’TEKİ SON TUFAN ve YENİDEN İNŞA DÖNEMİ
Bir’in Kanunu’nun Oğulları (yani, insan Tanrı arasındaki bağın idrak edilmesi) ve Belial’in Oğulları (yaratıcı güçlerin şuursuzca ve nefsani hazlar için kullanılması) arasındaki savaşın sebep olduğu son tahripte, sığınacak yer arayan Poseydia/Atlantis, Mu/Lemurya ve Oz/Og (Mu’nun halefleri) uygarlıkları, Mayaların ve İnkaların, Yukatan, Arizona ve Orta Amerika’nın, Pireneler, Portekiz ve İspanya’nın ve son olarak da Mısır’ın içlerine göç etmişlerdi.
Edgar Cayce, bu son tahripte, önceki enkarnasyonunda, Ra-Ta adından bir rahip olduğundan bahsetmiştir. Ra-Ta, Antik Mısır kültürünün oluşmasına yardım eden, MÖ. 11.000-10.000 yılları arasında Karpatlardan gelip Mısır’a yerleşen aşiretin şeflerinden biridir.
Kıtalarının tahribini önceden haber alan Atlantisliler, uçak ya da gemilerle önce Pirenelere daha sonra da Mısır’a geldiler. Ancak buraya gelmeleri, yerli halk arasında tam bir kaos ortamı oluşturmuştu. Ra-ta, bu gerilim arasında sıkışıp kalmış; yerlilerin ayaklanmasından sonra Etiyopya’ya dokuz yıl sürgüne gönderilmişti. Rahip burada inzivaya çekildi, devamlı dua ve meditasyon yaparak kendini arındırdı, güçlerini topladı ve gençleşti.
Mısır yöneticileri, Atlantis’ten gelen mültecilere karşı oluşan kargaşanın düzenlenmesi için bir lider aramaya başlamışlardı. Bu yüzden sürgündeki rahibi geri çağırdılar. Rahip döndükten sonra, ülkelerinin yayılmasını düzenlemek üzere, çeşitli mevki ve memuriyetleri üstlenecek kişiler seçildi.
Bu çağ, aynı zamanda, uluslararası fikir, bilgi ve öğreti değiş tokuşunun yapıldığı bir çağdı. İnsanların ihtiyaçları için kimyasal ve elektrik enerjisiyle çalışan çeşitli makineler yapıldı. Ruhsal ve bedensel rahatsızlıkların iyileştirilmesi için bugünkü psikiyatr servisleri, modern hastaneler ve öğretim kurumları gibi, akli, manevi, psişik, fiziksel şifa sağlayan ‘’Güzellik Tapınağı ve Kurban Tağınağını’’ kurdular. Bu tapınaklar, günümüzde bir okul ve bir hastanenin yaptığı gibi, bedeni ve ruhu temizleme imkanı sunuyordu. Kurban Tapınağı fiziksel bir deneydi. Güzellik Tapınağıysa, manevi ve zihinsel olanla meşguldü. Pek çok Mısırlı, zihinsel, fiziksel ve manevi bakımdan eksikti. Halk burada zihinsel ve bedensel tedavilerden yararlanıyordu.
Edgar Cayce’nin bu okumalarından, zihinsel bakımdan az gelişmiş ya da Bir’in Kanunu inancına sahip olamayan eski Mısır yerli halkının bedensel şekil bozuklukları nedeniyle ızdırap çektiklerini anlıyoruz. Bunlar, ruhların nefsani amaçlarla maddiyata dalış yaptıkları ve insandan daha çok mahlukatı andıran dönemden arta kalanlar olmuş olabilir.
Ra-Ta’nın yani, Edgar Cayce’nin öğretilerini izleyen pek çok müridi, her şeyin kusursuz olduğunu görebiliyordu. Mısır’da doğan Atlantlı çocuklar bile artık beden, şekil ve renk olarak kusursuzdu. Bildiğimiz Mısır’ın bilinen dünyasına katkıda bulunmuş, çeşitli ulusların öğretilerinin birleştiği ve değişik ırklara bağlı gruplar arasındaki iş birliği, halkın gelişmesine katkıda bulunmuş; artık Mısır’da yaşayan ırk değişmiş, ‘’şeyler ve köleler’’ ümit verici bir gelişme kaydetmiş, eski huzursuzluklarından kurtulmuş, Kurban Tağınağı’nda yeniden canlanmış, bedenleri yenilenmiş ve arınmış, bütünün birer parçası gibi birbirlerine hizmet için hazırlanmışlardı.
Yeniden inşa dönemi ve tarihin en görkemli uygarlıklarından birini oluşturmaya yardım eden Ra-Ta, bize, Atlantislilerin inanç ve etkinliklerini, reçeteleri ve resimlerini, elektrik, ısı ve enerji kaynaklarını, saç şekilleri ve giyimlerini, müzik, ve danslarını, dev yapılı taşları taşıma yöntemlerini, araba ve gemilerinin hareket ettirilmesinde kullanılan konfor ve enerji yöntemlerini ve son olarak sanatları ve iş organizasyonlarını nasıl Mısır halkına öğrettiklerini aktarır. Ayrıca, Mısır yerlilerine ‘’yazılı dil’’ fikrini de ilk Atlantlılar getirmiştir.
Çalkantılara yol açan, Mısır’daki büyük Keops Piramidi’nin inşası MÖ. 10490-10.390 yılları arasında tam 100 yıl sürmüştür. Bu inşa faaliyeti, yerli kral Araaraart’ın, Hermes ve Ra ile olan hükümdarlık devrinde başlayıp bitmiştir. Yerli prens Aarat, o dönem genç olan krallar olan Hermes ve Ra’dan ‘’Bir’in Kanununun İnancını’’ almıştır.
Rahiplerin ve Atlantisliler’in faaliyetleri neticesinde Siyam, Gobi Çölü, Hindi-Çini, Suriye, Said ülkelerine inanç ve etkinliklerin yayılması sağlanmıştır. Pek çok kültür ve inanış hikayesinin neden birbirine benzediğini de bu parçalardan anlıyoruz.
Atlantis’e ilişkin belgelerin nerede olduğuna dair yazılan bu üç okuma insanlık tarihinin en büyük olaylarından birisini yaşatabilir. Tabi bulunduysa…
- Batmış ama yeniden çıkacak olan ve hatta çıkmaya başlayan Atlant toprağında,
- Sfenks’e yakın olan ve arşivler salonunun bulunduğu yerde, Sfenks’in sağ ayağıyla Nil’e ve piramide yakın bölgede (Arşivler Piramidin inşa edildiği yıllarda Nil’in Sfenks’e daha yakın olduğunu kanıtlar)
- Aryen ülkesi ya da Yukatan’da
Atlantis’teki enkarnasyonlarla ilgili hayat okumalarından şu sonuçlara varılabilir:
1. İnsan yeryüzünde, en az on milyon yıldan beri vardır.
2. Atlantis, insanın gelişim göstermiş olduğu bölgelerden biridir.
3. İnsan menşei bir ruhtur, maddi bir beden değildir.
4. Çok çok eskiden insan bugün tanıdığımıza eşit veya daha üst seviyede teknolojik aşamalara ulaşmıştı.
5. Manevi güçlerin kötü kullanılmasının altüst oluşlara ve çatışmalara sebep oluşu, bilimsel ve teknolojik aşamalarda, toprağın fiziki tahribini meydana getirmiştir.
GELECEK NESİL İÇİN KEHANETLER
Eğer Cayce’nin söylemiş olduğu kehanetler doğruysa dünyamız yeniden böyle bir jeolojik felakete çok yakındır. Amerika’nın batı kısmının yani Ney York, Georgia, Carolina toğrağının parçalanacağı, Japonya’nın büyük bir bölümünün batacağı, Avrupa’nın kuzeyinin değişeceği, Amerika’nın doğu kıyıları açıklarında karaların su yüzüne çıkacağı, Kuzey bölgelerinde ve Antartika’da kabarmalar ve depremlerin meydana geleceği, dünyanın sıcak bölgelerinde volkanik patlamaların olacağı, Kutupların yer değiştireceği, soğuk veya yarı tropikal ülkeler daha tropikal olacağı, oralarda dev eğretli otlarının çıkacağı, Güney denizinde, Akdeniz ve İtalya’da alt-üst oluşlar meydana geleceği ve günümüzde bir çok ülkenin kıyıları okyanusun dibini boylayacağı kehanetlerini öne sürmüştür.
Kaynakça: Edgar Cayce, Atlantis
Kategoriler
Sevgili Esra çalışmalarını tekrar örmek beni sevindirdi BASARILAR
BeğenBeğen