İçeriğe geç

DOĞRULUK MU GERÇEKLİK Mİ?

Doğruluk mu, Gerçeklik mi?

Modern çağın getirdiği en büyük aldanışlardan biri de, insanların “doğruluk” adı altında, kendi iç bilinçlerinde ve zihinlerinde şekillendirdikleri hayalleri, kuruntuları gerçekmiş gibi anlatmalarıdır. Oysa modern cahiliyenin en büyük problemi, gerçeklikten koparak, üzerine yalanlar ekleyerek bir durumu, bir olayı, bir kişiyi çarpıtarak sunmalarıdır.

Tarihsel olarak baktığımızda “cahiliye dönemi” zihinlerimizde canlandırıldığı gibi yalnızca çölde deve çeken insanların yaşadığı bir dönem değildir. O dönemde hiç ahlakları, hiç kuralları, inançları olmayan bir topluluk yoktu. Aksine, o toplumun şiirleri vardı, hafızaları vardı, kültürleri, gelenekleri ve ciddi gelir kaynakları vardı.

“Cahiliye”, İslam’dan önceki sosyal yaşama verilen bir isimdir. Buradaki anlamı, sıradan bir bilgisizlik değil; Peygamber’in mesajından, vahiyden uzak yaşantı biçimidir. Cahiliye bir şirk toplumudur. “Bir Allah var” derler, ama yaşantılarına bakarsan başka ilahlara, putlara ibadet ederler.

Orada zulüm hâkimdir. Peki nedir zulüm? Hakkın değil, gücün söz sahibi olduğu bir düzendir. Mekke toplumu cahil değil; zalim bir toplumdur. Cahiliye toplumunda adavet, yani düşmanlık çok yaygındır. Zulmün olduğu yerde merhamet barınamaz. Bu yüzden birisi birinin canını acıttığında, arkasına bile dönüp bakmaz. Çünkü kalpler katılaşmıştır — yani kasavetü’l-kalb hakimdir.

Onlar zulmeder ama bu yaptıklarının muhasebesini yapmazlar. Kabilecilik vardır. “Bizden olsun da ne olursa olsun” anlayışı hâkimdir. Üstelik o dönemde medreseler vardır, felsefe bilinir, Sokrates, Eflatun konuşulur. Cahillik bilgi eksikliğinden değil; zulümden, şirkten, kalplerin kararmasından gelir.

İşte bu yüzden Peygamberimiz o döneme “cahiliye” demiştir. Çünkü asıl cahillik; peygamberin mesajından kopup, o mesajı anlamadan yaşamaktır. Bu mana ile baktığımızda, şimdi de bir cahiliye dönemi yaşanıyor mu? Evet, yaşanıyor. Peki nasıl anlarız?

Eskiden kapısını kitlemeden yaşayan insanlar, şimdi komşusu tarafından öldürülüyor. Yeşilliğe önem verilmeden çöpünü olduğu yere atan, hayvanlara değer vermeyen, hatta onları katleden bir toplum oluştu. Şehvani arzuların peşinde koşan, başka hiçbir sesi duymayan bir topluma dönüştük. Bu tam anlamıyla modern cahiliye toplumudur.

Hicretin 6. yılında Hudeybiye Barış Anlaşması imzalanır. Ardından Peygamber, her yere elçiler göndermeye başlar. Mesajı nettir:
“Allah birdir. Ben O’nun peygamberiyim. Gelin iman edin.”

İşte o elçilerden biri de Cebrail’in suretine büründüğü güzellikteki sahabe Dıhyetü’l-Kelbî’dir. Onu Bizans İmparatoru Heraklius’a gönderir. Heraklius’un kalbi bu mesaja meyleder ve şöyle der:
“Birkaç gün daha kal. Araştırayım, sonra yeniden konuşalım.”

Sonra Heraklius, “Çarşıya bir bakın, oradan birileri varsa getirin” der. Kim vardır çarşıda? Ebu Süfyan. Peygamber’e yıllarca düşmanlık etmiş kişi. Bedir Savaşı’nda Ebu Cehil’in ölümünden sonra Kureyş’in başına geçmiş olan Ebu Süfyan.

Ebu Süfyan’ı Heraklius’un huzuruna getirirler. Heraklius ona sorar:
“Bana doğruyu söyleyeceksin!”

Ebu Süfyan ise Hz. Muhammed hakkında ilk cümlesini kurar:
“Çok da gözde büyütülecek bir şey değil, onun anlattıkları.”

Ama Heraklius sorularına devam eder:
“Nasıl birisi Hz. Muhammed?”
Ebu Süfyan:
“Ahlaklı birisi.”
Heraklius:
“Ona inananlar artıyor mu, azalıyor mu?”
Ebu Süfyan:
“İnananlar artıyor.”

Heraklius, “Peki inananların özellikleri nedir?” diye sorar. Ve Ebu Süfyan, her kelimeyi doğrulukla anlatır.
İşte o kelime: DOĞRULUK.

Heraklius sorar:
“Onun soyunda krallık iddiasında bulunan biri var mı?”
Ebu Süfyan:
“Hayır yok.”

Heraklius devam eder:
“Siz onunla savaştınız mı?”
Ebu Süfyan:
“Savaştık, ama ben yoktum.”

Ebu Süfyan şöyle bir cümle kurar:
“Yakında ayağımı bastığım her yere onun mesajı ulaşacak.”
Ulaştı mı?
Evet. Sadece Hz. Ömer döneminde, Peygamberin mesajı üç kıtaya ulaşmıştır.

Düşmanı bile onu takdir etti. Cahiliye dönemini yaşamış, Hz. Muhammed’e düşmanlık etmiş ve onu kıskanmış bir adam olan Ebu Süfyan, buna rağmen doğruluktan sapmamıştır.

O dönemde telefon yok, Twitter yok, paylaşım yok… Ama buna rağmen karakter, dürüstlük zarar görmemiştir. Çünkü fitratları sağlamdır. Yıllarca düşmanlık etmiş biri, Allah Resulü hakkında doğru konuşuyorsa, bizler bugün ne durumdayız?

Modern cahiliyede ise dışarıda yalan, insanların ağzında sakız olmuş. Sine yalanla doluyken, orada iman pişmesi mümkün değildir.
Hangi meslekten, hangi statüden olursa olsun; Müslümanlar her çeşit insanla muhatap olmak zorunda. Dışarıda ahlak, güven tamamen deformasyona uğramış. Herkes şikayetçi ama herkes aynı davranıyor.

Camide bile inanılmaz yalanlar söyleniyor. Hem de “inanç uğruna” söylendiğine inanılıyor:
“Canımsın, bir tanemsin, hayranınım, seni çok seviyorum, baş tacımsın, takdir ediyorum, ahlaklısın, güzelsin, bilgirlisin…”
Arkanı döndüğünde ise aynı insanlar arkandan konuşmaya başlıyor.

Şu bir gerçek ki: O dönemin cahiliye toplumunda bu denli yaygın bir yalan yoktu. O hâlde biz bugün bu topluma “modern cahiliye” demez miyiz?

Eğer bu soruları önce kendimize sormayacaksak, ekran karşısında başkasına sormanın bir anlamı yok.
Bugün iman neden kalplerde kök salamıyor? Çünkü o dönemin Ebu Süfyan’ı bile belli noktalarda doğru konuşurken, biz “şu adam bana döner ısmarlasın” diye,
“oğlumu işe alsın” diye,
“3-5 kuruş koparayım” diye yalan söylüyoruz.

Ruhlar bozulmuş.
Fıtratlar çürümüş.
Ne karakter var, ne edep, ne hayâ…

Peygamber şöyle demiştir:
“Mümin her günahı işler, ama mümin yalan söylemez. Yalansa, o artık iman etmemiştir.”

Bugün kalbi yalanla beslenen bir kitle oluştu. Yılanın yuvası neyle beslenecek? Elbette yalanla… Çünkü yalan, kalbin gıdası haline geldi.

Cahiliye dönemini okuyoruz, anlatıyoruz ama…
Acaba biz çok uzak bir tarihi mi okuyoruz, yoksa hâlâ iz düşümlerini yaşadığımız bir hakikati mi?
Buyurun…
Bu soruları ben size bırakıyorum.
Düşünün. Anlayın. Ve idrak edin.

Sevgi ve Işıkla Kalın.

Esra

Yorum bırakın