AGNİ VE YEDİ BİLGE KADININ HİKAYESİ: ÜLKER -SÜREYYA -PLEİDES
Bilgelik Ateşiyle Yanmak ve Ruhsal Arınış
Kadim zamanların birinde, evren henüz bu kadar yoğun bir biçimde katmanlara ayrılmamışken, ateşin ruhu Agni vardı. O, yalnızca dünyevi ateşin değil; sindiren, dönüştüren, arındıran kozmik ateşin de simgesiydi. Agni, göksel sırların taşıyıcısıydı. Ama onun içsel yolculuğu da her varlık gibi sınavlarla doluydu.
Bir gün Agni’nin gözleri, yedi kutsal bilgeyle evli olan yedi kadına takıldı. Bunlar sadece sıradan kadınlar değildi. Her biri evrenin farklı katmanlarında yüksek erdemlerin, saf sevginin, yüksek sezginin taşıyıcısıydı. Onlara “Rishi Patniler” denirdi. Yedi Bilge Kadın.
Onlara herkes gıpta ile bakar, dişil kutsallığın en arı formları olarak saygı gösterilirdi.
Agni’nin kalbi bu yedi bilge kadının enerjisiyle yanmaya başladı. Onlara Aşık oldu. Aşkı öylesine büyüktü ki, evrenin ateşi gibi sarıp sarmalayıcıydı. İçindeki ilahi tutku, arzunun ötesine geçmiş; birleşmeyle tamamlanma hayaline dönüşmüştü.
Ama o kadınlar bu arzunun farkında bile değildi. Agni’nin teklifini duyduklarında yalnızca şaşırdılar ve bu durumu hafif bir gülümsemeyle, masumiyetle karşıladılar. Ne kalplerinde ne zihinlerinde bu arzuyla ilgili bir iz vardı. Agni’nin arzusu karşılıksız kalınca, onun gururu kırıldı, iç ateşi içe döndü ve onu yakmaya başladı. Kendini ormanlara çekti. İçine kapandı. Ateşini kendi içine yöneltti.
Orada, ormanın ruhunun kızı (bir kralın kızı) Agni’ye aşık oldu. Ama Agni’nin aklı hâlâ o yedi saf varlıktaydı. Kız, Agni’yi büyüyle kandırdı; her gece onlardan biriymiş gibi kılığına girerek onun koynuna girdi. Bir zaman sonra Agni gerçeği fark etti. Ateş gerçeği saklayamazdı; gerçeği yakar ve ortaya çıkarırdı.
Lakin olan olmuştu. Dedikodular ateş gibi yayılmıştı. Agni ile yedi kutsal kadının adı birlikte anılmaya başladı. Kadınlar hiçbir şeyden habersizdi. Ne Agni’yle bir yakınlıkları vardı ne de kralın kızının oyunundan haberdardılar. Ama o büyük iftira, onların üzerine bir gölge gibi çöktü.
Kocaları olan yedi büyük bilgeye (Saptarishi’lere) kadar bu karalama ulaştı. Ne söyledilerse kimseye kendilerini anlatamadılar. Gözleri dolu, kalpleri kırık ama vakur bir duruşla yeryüzünü terk edip gökyüzüne çekildiler.
Ve orada, Pleiades / Ülker Takımyıldızı’na Süreyya Yıldızı’na yerleştiler.
O günden sonra bu yedi kadın, iftiraya uğrayan, haksızlığa maruz kalan kadınların, ruhların, enerjilerin koruyucuları oldular. Onlar, her şeyini kaybedip yalnızca onurunu koruyarak yol alanların göksel rehberleri oldular.

Ülker yıldızları, özellikle kadın haritalarında güçlü bir semboldür.
İlişkilerde gizli olaylar,
İftiraya uğrama,
Görünmeyen oyunlar,
Sessizce acı çekme ama bu acıdan bilgelik doğurma…
Hepsi bu yıldızın mesajlarıdır.
Bu enerjiyi taşıyan kadınlar, hayatları boyunca arkalarından dönen oyunlara, haksızlıklara, anlaşılmamaya maruz kalabilirler. Ama onlar güçlü kalmak zorundadır. Çünkü bu zorluklar bir ceza değil, yükselişe çağrıdır.
Bilgelik, her zaman acıyla gelir. Ama bu acı, onları yıldız yapan şeydir.
Tıpkı Ülker kızkardeşleri gibi.
İşte bu yüzden, bu mit yalnızca bir aşk hikayesi değildir.
Bu, arzu, reddedilme, iftira, arınma, dönüşüm ve yıldızlara yükselişin kutsal hikâyesidir.
Ve sen bu sözleri okuyorsan, belki de içindeki bilge kadın bu yıldızların çağrısını duyuyordur.
Işığını kimse söndüremesin.
Sevgi ve Işıkla Kalın.
Esra
Kategoriler