HOWARD CARTER ve CARNARVON KONTU GEORGE HERBERT’IN BÜYÜK KEŞFİ: TUTANKHAMON HAZİNELERİ
HOWARD CARTER
Ünlü Mısır bilimcisi John Gardner Wilkinson ölmeden bir yıl önce Mısır bilimini zirveye taşıyan Howard Carter doğdu. Atalarından farklı olarak Carter Mısır bilimi’ne neredeyse rastlantı eseri adım attı. Bu rastlantı, eski Mısır’a duyduğu kökleşmiş ilgiden çok, on yedi yaşındayken Arkeolojik Araştırma kadrosunda ona önemli bir yer sağlayan ressamlık ve teknik resim kabiliyetiydi.

Bu kabiliyeti Carter’a –Kafir firavun Akhenaton’un başkenti ve Tutankhamon’un doğum yeri Amarna’da birlikte kazı yaptığı ‘’Mısır arkeolojisinin babası Flinders Petrie” dahi olmak üzere- dönemin en büyük arkeologlarının bazılarının yönetiminde yetişme fırsatı sağladı.
Carter çeşitli keşif gezilerinde mezar ve tapınak sahnelerini kopyalarken eski Mısır sanatını yakından tanıdı. Carter arkeolojik bölgelerin birçoğunu Wilkinson’un çalışmalarını okuyarak geliştirdi. Böylelikle 1899 yılında ”Yukarı Mısır ve dört yıl sonra Aşağı Mısır Anıtlar Genel Müfettişi” oldu.
KRALLAR VADİ’Sİ
Antik Mısır firavunlarının Kutsal Mezarlığı olan Krallar Vadi’sinde, arkeologlar yüzyıllardır keşifler yapıyor. Ama girdikleri her bir mezar, altın arayan mezar hırsızları tarafından soyulmuştu.
Biri hariç bütün mezarlar..!

26 Kasım 1922’de arkeolog Howard Carter uzun zaman önce unutulan o mezara girip bütün zamanların en büyük arkeolojik keşfini yaptı. Onunla birlikte çalışan üç arkadaşıyla birlikte kayadan yapılma bir koridora girip ”Krallar Vadi’sinin zeminini hazırladılar.
Carter Mısır bilimciliği mesleği haline getirdiyse de, bu işe ayırabileceği özel bir geliri olmadığından çalışmalarını finanse etmek için başkalarına bağımlıydı. Neyse ki Nil’in batı kıyısında Luksor’da (Luxor) süregiden kazılarına kaynak sağlamak için tam olarak doğru kişiyi bulmuştu. Aslında son altı yıldır patronu olan kişi, o anın coşkusunda pay sahibi olmak üzere yanındaydı. Carter ve sponsoru Kont Carnarvon Mısır tarihindeki en büyük keşfi gerçekleştireceklerdi.
KONT CARNARVON’UN BÜYÜK DESTEĞİ
Beşinci Carnarvon Kontu George Herbert, çok farklı bir tablo çizmekteydi. Elli altı yaşında olmasına rağmen, sanat meraklısı çılgın ve neşeli bir aristokrat nasıl yaşarsa öyle yaşıyordu. Gençliğinde hızlı arabalara meraklıydı. Ancak 1901’de geçirdiği ve neredeyse hayatına mal olan bir araba kazası onu güçsüz bırakmış ve romatizma ağrısına yatkın hale gelmişti. Kendisini İngiltere kışlarının soğuk ve nemli havasından korumak için her yıl birkaç ayını Mısır’ın daha sıcak, daha kuru ikliminde geçirmeye başlamıştı. Arkeolojiye duyduğu amatör ilgi böylece başladı.

1907’de Carter’la yaptığı bir toplantı, tarih yazacak olan ortaklığın başlangıcı oldu. Bu iki adama katılanlardan biri, Carnarvon’un kızı Lady Evely Herbert ile sadece üç hafta önce aralarına aldıkları emekli bir demiryolu müdürü ve Carter’ın eski arkadaşı olan Arthur ‘’Pecky’’ Callender’dı. Arkeoloji konusunda acemi olsa da callender’in mimarlık ve mühendislik bilgisi, onu takımın faydalı bir üyesi haline getirmişti. Dikkatli ve güvenilir oluşu Carter’a cazip geliyordu.

YAPILAN KAZI SÜRECİ
Carnarvon’un serveti bile bitmez tükenmez olmadığından artık sonuncusu olması gereken kazı mevsiminin bitmesine üç gün kala işçiler, iki katı birbirine bağlayan ve kaya tabanına doğru inen bir merdiven ortaya çıkardılar. Merdiven tümüyle temizlendiğinde sıvayla kaplanmış ve üzerinde mühürle baskılar yapılmış ayırıcı bir dış duvar ortaya çıktı.
Carter, yazıyı deşifre etmeden bile bunun ne anlama geldiğini biliyordu: büyük firavunlar ve güzel kraliçelerin çağı olan, eski Mısır tarihinin Yeni Krallık olarak bilinen döneminden kalma, el değmemiş bir mezar bulmuştu.
Bu ayırıcı duvarın ardında Carter’ın yedi uzun yıldır uğruna çabalayıp durduğu ödül, Krallar Vadisi’nin son keşfedilmemiş mezarı yatıyor olabilir miydi?
Doğruluk için daima titizlik gösteren Carter, nezaketi ön planda tuttu ve işçilerine merdivenleri yeniden örtmelerini emretti ve keşif sponsoru Kont Carnarvon’un gelişini beklemeye koyuldu. Eğer yapılacak büyük bir keşif varsa, patron ve arkeoloğun bunu birlikte yaşamaları en doğrusuydu. Dolayısıyla 6 Kasım’da Carter Carnarvon’a bir telgraf gönderdi.
‘’Sonunda Vadi’de muhteşem bir keşifte bulunduk; el değmemiş mühürleriyle muazzam bir mezar; gelmenizi beklemek üzere üzerini kapattık; tebrikler.’’

Gemi ve trenle yapılan 17 günlük bir yolculuğun ardından Earl ve Lady Evelyn Luksor’a vardıklarında kendilerini sabırsızlık ve heyecanla bekleyen Carter tarafından karşılandılar. Tam olarak ertesi sabah, basamakları temizleme çabası bütün ciddiyetiyle başladı.
26 Kasım’da dış kısımdaki kaplama sökülerek küçük taş parçalarıyla dolu bir koridor ortaya çıkarıldı. Bu küçük taş parçalarının yayılma biçimden, daha önce buraya birinin girmiş olduğu açıkça anlaşılıyordu; mezara antik dönemde hırsızlar girmiş olmalıydı. Ayrıca dış duvarda yer alan mühür baskıları, mezarın Yeni Krallık döneminde yeniden mühürlenmiş olduğunu göstermekteydi.
Gömünün kendi durumu açısından bunun nasıl bir anlamı olabilirdi?
İLGİ ÇEKİCİ İPUÇLARI
İşin sonunda her zaman bunun özel bir mezar ya da Krallar Vadisi’nde daha önceden yağmalanmış mezarlardan toplanmış ve güvenlik için yeniden gömülmüş cenaze ekipmanlarının gizlendiği bir yer çıkması ihtimali vardı. Vadi zeminindeki sıcağın ve tozun içinde geçen bir diğer yorucu günün ardından koridor boşaltılmıştı.
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bekleyişin ardından, şimdi önlerindeki yol açıktı. Carter, Carnarvon, Callender ve Lady Evelyn kendilerini bir diğer ayırıcı duvarın önünde buldular; onunda yüzeyi geniş ve oval mühür baskılarıyla kaplıydı. Duvarın sol üst köşesindeki rengi hafifçe daha koyu olan bir sıva parçasını antik dönemdeki hırsızların nereden içeri girdiklerini gösteriyordu.
Aradan 3500 yıldan daha uzun bir zaman geçtikten sonra gelen yeni ziyaretçileri ne karşılayacaktı?

Carter daha fazla tereddüt etmeden malasını (genellikle üçgen biçiminde sıva aracı) aldı ve sıvayla kaplanmış yüzeyde, sadece aralığından bakmaya yetecek kadar küçük bir delik açtı. Bir güvenlik önlemi olarak ilk önce yanan bir mumu delikten içeri sokup içeride boğucu (oksijensiz bırakan) gazların bulunup bulunmadığını kontrol etti.
Ardından yüzünü sıvanmış duvara dayayıp delikten karanlığın içine baktı. Mühürlenmiş odadan sıcak sıcak hava, mumun alevinin titremesine neden oldu ve Carter’ın gözlerinin karanlığa alışması biraz zaman aldı. Ancak daha sonra öteki odanın detayları belirmeye başladı. Carter dili tutulmuş haldeydi.
Birkaç dakika sonra Carnarvon belirsizliğe daha fazla dayanamadı.
Carter’a ‘’Bir şey görebiliyor musun?’’ diye sordu.
Carter ‘’Evet evet, harika şeyler’’ diyerek yanıtladı.
Ertesi gün Carter heyecanla, arkadaşı ve kendisi gibi Mısırbilimci olan Alan Gardiner’a ‘’Öyle zannediyorum ki bu, şimdiye kadar ki en büyük buluntu.’’ diye yazmıştı.
Carter ve Carnarvon, eski Mısır’ın altın çağından kalma bir kral mezarı keşfetmişlerdi. Carter bu büyük buluşu şöyle dile getirmişti.
‘’Burada, British Museum’un üst kattaki Mısır bölümünü tamamını kaplamaya yetecek kadar malzeme var.’’

TUT’UN HAZİNELERİ
Carter ve arkadaşlarının girdiği dört odanın ilki olan giriş salonu tek başına, hayal edilemeyecek bir zenginliğe sahip hazineler barındırmaktaydı: efsanevi yaratıklar şeklinde üç tane devasa, altın kaplamalı tören yatağı; tanrıların ve tanrıçaların imgelerini yansıtan altın mihraplar; boyanmış mücevher kutuları ve işlemeli tabutlar; altın kaplamalı savaş arabaları ve incelikli okçuluk araç gereçleri; gümüş ve değerli taşlarla işlenmiş muhteşem bir altın taht; güzel, yarı saydam kaymak taşından yapılma vazolar ve ölü kralın sağdaki duvarı koruyacak şekilde konumlanmış, doğal büyüklükteki, siyah tenli ve altın askeri teçhizatlı iki figürü.

Objelerin birçoğunun üzerinde krala ait isim, mezar sahibinin kimliği konusunda şüpheye yer bırakmıyordu: hiyeroglifler açık bir şekilde ‘’Tutankhamon’’ ismine işaret ediyordu.
Dünyanın o zamana kadar gördüğü en büyük arkeolojik keşfi gerçekleştirmişlerdi. Her şey değişecekti.

Çocuk kral Tutankhamon’un öyküsüyle Howard Carter’ın hayatı arasında sonunda ayrılmaz bir bağ kurulacaktı.
Ama Carter’ın aklını kurcalayan bir şey vardı. ‘’Tutankhamon’un mezarını ve kraliyet cenaze töreninden kalma çiçek demetlerine kadar bulmuştu, ama kralın kendisi el değmemiş halde mezar odasında yatmakta mıydı?’’
Carter, daha büyük görevlerin hızla ona yöneldiğini fark etti. Mezarda bulunan çok sayıdaki nesneyi fotoğraflamaya, kataloglamaya ve korumaya yardım edecek bir uzmanlar grubunu hızla oluşturması gerektiğini fark etti. Arkadaşlarıyla ve meslektaşlarıyla irtibata geçti ve Mısırlı eski eser yetkilerini muhteşem keşif hakkında bilgilendirdi. Mezarının resmi açılışının 29 Kasım günü yapılmasına karar verildi.
Medya çağının ilk büyük arkeolojik keşfi dünya basını tarafından ayrıntılarıyla haberleştirilecekti. Bunun ardından durumu denetimi altında tutmak Carter için olanaksız olacaktı. Carter kralın ebedi dinlenme yerinin gizemini usulca ve kendisi hazır olduğunda çözmek istiyorsa, resmi açılışın önüne geçmesi ve tarihi eser görevlilerine fark ettirmeden hareket etmesi gerekecekti.

28 Kasım akşamı basının gelmesine saatler kala Carter yanında güvenilir üç kişiyle birlikte fark ettirmeden kalabalıktan ayrılıp bir kere daha mezara girdi. Carter’ın içgüdüsü ona ön odanın sağ duvarını kollayan siyah derili bekçi figürlerinin mezar odasının yerini belirtmesi gerektiğini söylemekteydi. Arkalarındaki sıva duvar onları doğrulamıştı.
Carter bir kere daha duvarda yer hizasında bir mum yerine el feneriyle sığabileceği büyüklükte bir delik açıp sürünerek geçti. Carnavon ve Lady Evelyn onu izledi, biraz şişman olduğundan Callender dışarı da kaldı. Kendilerini orayı dolduran varaklı muazzam bir tapınakla karşı karşıya buldular. Kapılarını açmaları birincinin içinde yer alan ikinci bir tapınağı, ardından üçüncü ve taş tabutu saklayan dördüncü bir tapınağı ortaya çıkardı.
Artık Carter kesin biçimde biliyordu: Kralın bedeni 3500 yıldır dokunulmamış olarak tabutun içindeydi. Sıkışarak ön odaya geri dönen Carter izinsiz girişini aceleyle ve oldukça beceriksizce bir sepet ve bir demet sazlıkla giderdi.
Carter, Carnarvon ve Lady Evelyn’in gördüklerini gelecek üç ay boyunca kimse görmeyecekti.
Tutankhamon’un mezarının 30 Kasım 1922’deki açılışı dünyanın dört bir yanında gazetelere başlık oldu. Halkın hayal gücünü harekete geçirip firavunların hazinelerine yaygın bir ilgi dalgası yarattı.
EN İÇTEKİ TABUT

Mezar odasının 16 Şubat 1923’deki resmi açılışını bir yıl sonra kralın devasa taş mezarının bir buçuk ton ağırlığındaki kapağının kaldırılması –mühendislik geçmişi olan Callender’in ustalıkla gerçekleştirdiği bir başarı- izledi. Tabutun içinde, firavunun bedenini koruyan daha fazla katman bulunmaktaydı: Dört varaklı mabedi tamamlayan iç içe yuvarlanmış üç tabut. Dıştaki iki tabut varaklı ağaçtan olmasına karşın, en içerideki üçüncü tabut som altındandı. Her tabutun içinde muskalar ve rituel nesneler vardı. Bir sonraki katmanın incelenebilmesi için bunların hepsinin belgelenmesi ve kaldırılması gerekmekteydi. Tabutun kapağının kaldırılmasından üçüncü tabutun açılmasına kadar bütün süreç sekiz ay aldı.
LORD CARNARVON’UN SIR ÖLÜMÜ

Kont Carnarvon kazı projesindeki son önemli adımlarını atamadı. 19 Mart 1923’de yanağını bir sivrisinek soktu ve jiletle traş olmaya çalışırken ısırılan bölgeyi enfeksiyon kaptırdı. Ciddi bir şekilde hastalandı ve uzun süre yatağından kalkamadı. 5 Nisan’da Kahire’deki Continental-Savoy Hotel’de komada yatıyordu. Ertesi sabah saat iki de, tüm hastalığı boyunca yanından ayrılmayan İngiliz hasta bakıcı, Lord Carnarvon’un öldüğünü bildirdi.
Yazar Sir Arthur Conan Doyle, Carnarvon ölümünün kraliyet mezarını koruması için Tutankhamun’ın rahipleri tarafından oluşturulan ‘Cinlerin’ neden olduğunu duyurdu; “Tutankhamun’un Laneti” ya da ” ‘’Mumya’nın Laneti “günümüz popüler kültürüne girdi.
Arkeolog Carter ise, Tutankhamun’un mezarında bu türden bir lanetin bulunmadığını söyledi. Zaten lanet diye bir şey olsaydı, Carter on yedi yıl daha yaşayamazdı.
ÇOÇUK KRAL

Mezarın keşfedilmesinden yaklaşık üç yıl ve Carnavon’un (firavunun lanetinden değil, ama kan zehirlenmesinden ötürü) vakitsiz ölümünden iki yıl sonra 28 Ekim 1925 yılında çocuk kralın mumyalanmış kalıntılarının ortaya çıkarılma zamanı gelmişti.
Ayrıntılı bir makas sistemi kullanılarak en içteki tabutun kapağı orijinal kulplarıyla birlikte kaldırıldı. İç katmandaki kralın mumyası yüzyıllar içerisinde kararmış mumyalama merhemleriyle kaplıydı.
Kralın yüzünü kaplayan bu katran tabakasından dövme altından, genç firavunun suretinde muhteşem bir mezar maskesi çıkarıldı. Kaşlarının üzerinde akbaba ve kobra tanrıçaları ve boynunun etrafında işlemeli camdan ve yarı değerli taşlardan geniş bir gerdanlık vardı. Carter ve Tutankhamon en sonunda karşı karşıya gelmişlerdi.
Tutankhamon maskesi muhtemelen eski bir uygarlığın kalıntıları arasında şimdiye kadar çıkartılan en mükemmel insan yapısı nesnedir.

1960’lar ve 1970’lerde Vancouver’dan Tokyo’ya kadar dört bir yanından milyonlarca insanı kendisine çeken gezici Tutankhamon sergisinin en parlak parçasıdır.
Tutankhamon hazineleri sonraki yıllarda gelişip firavun uygarlığının ilişkin filizlenecek bir tohum ekti.
Tutankhamon mezarının bulunuşu Carter’ın çabalarına değmişti.
Ama Howard Carter yaşamı boyunca İngiltere’den de Mısır’dan da eşsiz başarının tanındığını belirten bir onur nişanı almadı ve 1939 Mart’ında öldüğünde cenazesine katılım çok azdı.
Ancak Tutankhamon’un mezarı gelmiş geçmiş en ünlü arkeolojik keşif olma unvanını koruyor.

Yazar: Esra Doğrul
Kaynakça: Eski Mısır-Toby Wilkinson
Kategoriler
Harika bir derleme. Tutankamon üzerine gerçekten de yazılacak çok şey var 👍🏻👏🏻👏🏻👏🏻
BeğenBeğen
tesekkuler devami bu gece yayinlanacak… elbette cok sey var… arkeologlar arastirdigisutece yeni bilgiler derlenecektir
BeğenLiked by 1 kişi
Reblogged this on tabletkitabesi.
BeğenBeğen