PLATON VE SOLON’UN ATLANTİS’İ
Bu yazı, ‘’Yıldız Teknik Üniversitesinden Yazarlık Eğitimi’’ aldığım Sn. Doç. Dr. Talat Aytan’a ödev konusu için hazırlanmıştır. Kendisine verdiği ilham ve desteklerinden ötürü teşekkürü bir borç bilirim.
PLATON’UN DÜNYASI
Klasik Yunan’ın başlangıcından çok önce, bilinen en eski Yunanlı tarihçi Herodot’tan sonra, muhteşem bir çağda tanrılar, canavarlar ve kahramanlar destansı bir şarkı söylediler.
Kadim dünyanın var olan derin boyutunu gizli felsefe sistemleriyle birleştirip, güzellik ve hakikatle harmanlayarak bize sunan Yunanlı filozof Platon, baştan çıkarıcı romantizmle dünyanın tarihî sırları arasında geçit olan inanabileceğimiz en büyük öyküyü anlattı.
PLATON KİMDİR?
Platon’u popüler yapan bu muhteşem hikâyesine geçmeden önce biraz kendisinden bahsedelim.
Platon ya da İslam dünyasında Eflatun olarak da bilinen filozof, MÖ. 427 ile 347 yılları arasında, yani Herodot’tan bir kuşak sonra Atina’da yaşamıştır. Gençlik döneminde Hatip Pericles’i dinlemiş, Euripides’in, Aeschylus ve Aristophanes’in oyunlarını izlemiş, Acropolis’in üstünde yükselen tapınakları görmüştür. Bunlar Klasik Yunan döneminin en parlak çağlarıdır. Medeniyetin ulaştığı en ileri günlerdir.
Platon’un MÖ. 4. yüzyılın ilk yarısında yazmış olduğu Timaeus ve Critias’ın Soktates’le olan diyalogları dünyanın kadim sırlarına damgasını vuran en büyük iki eseridir. Critias, Platon’un büyük büyük babasıdır. Ve diyalog da Critias Socrates’e, dokuz bin yıl önce Atlantik Okyanusu’nda doğan güçlü bir uygarlıktan söz eder. Atlantis adı verilen bu uygarlıkta yaşayanlar, Deniz Tanrısı Poseidon’un torunlarıdır.
Critias bu öyküyü, ünlü Atinalı Kanun Yapıcı adıyla anılan Solon’dan duymuştur. Solon’a da bu öyküyü, Mısırlı yüksek Sais rahibi Amenhotep’ten almıştır ve ölçülemeyecek kadar kutsaldır. Öykünün tarihi, Firavunlar döneminden binlerce yıl geriye gider.
MÖ. 640 ile 560 yılları arasında yaşamış Solon, güçlü bir devlet adamı olmasının yanı sıra gezgin bir şairdir. Sais rahiplerinin Solon’a böylesi gizli ve kadim bir bilgiyi, saygı gören bir bilim insanı olmasının dışında neden ve nasıl vermiş olabileceği hâlâ akıllara soru işaretleri bıraktırıyor.
Öte yandan yorulmak bilmez bir araştırmacı olan Herodot da Solon gibi, MÖ. 5. yüzyılın ortalarında, Platon’un zamanından yaklaşık yarım yüzyıl önce Mısır’a gitmişti ama Atlantis hakkında en ufak bir söz dahi etmemişti.
Peki, neden?
Bizim dünyamızda, tarihî bilginin evrensel olduğuna inanma eğilimi vardır. Tabii ki istisnalar olur. Ve hepimiz, tarihin manipüle edilebileceğini biliriz. Ama genellikle, önemli şeylerin çok azı bir süre gizli tutulabilir. Ancak Antik Mısır böyle değildir.
‘’Medeniyetleri işgallerle yok olan Grek ve Yakındoğu’nun aksine, Mısır’da Bronz Çağı’nın başından, MÖ. 3100’deki hanedanlık döneminden itibaren süre gelen bir gelenek vardı. Hatta kimilerine göre, yaklaşık dört bin yıl önce, ilk ziraatçıların gelişinden itibaren başlamıştı bu kopmayan gelenek.’’
Solon zamanında, bu antik bilgilere ulaşmak giderek zorlaşmıştı. Sanki bilgiler testereyle oyulmuş bir yapboz gibi şifreli parçalara bölünmüş ve sonra paketlenip uzağa bir yerlere gönderilmişti. Birçok farklı tapınakta, birçok farklı tanrıya adanmış bilgileri içeriyordu. Rahipler, kendi bilgi parçalarını, şahsi hazineleriymiş gibi hırsla koruyorlardı. Dışarıdan gelenlere ancak kutsal amaçlarla, tanrılardan gelen bazı işaretler üzerine açılıyordu bu bilgiler. İşin tuhafı bu işaretler de genellikle müracaat eden kârlı bir teklifte bulunduğu zaman, genellikle altın önerdiğinde geliyordu. Yani bilgiyi satın almak mümkündü.
Ama ancak koşullar uygun olduğu zaman, doğru günde doğru ayda, bir sürü dinî festivalin olmadığı bir zamanda ve öteki işaretlerin de uygun olduğu durumlarda. Her şey doğru olmadıkça, bir gemi dolu altınla da gelmiş olsa, müracaatçı geri çevriliyordu.
Yani Atlantis öyküsü sadece tek bir tapınakta biliniyordu ve tek bir Yunanlıya anlatılmış olabilirdi. Sais’in ilk rahipleri Atlantis’in son rahipleriydi ve bilgiye bekçilik yapıyorlardı. Bilginin sadece erdem değil, aynı zamanda yıkıcı olabileceğini de bildikleri için bilginin koruyucusu hâline gelmişlerdi. Rahipler Herodot gibi tapınak tapınak gezen meraklı ve karıştırıcı tiplerden kuşkulanırlardı. Bazen Herodot’a abartılı ve yanlış bilgiler veriliyorlardı. Bu yüzden Herodot Atlantis hakkında bir şey anlatamamıştı.
Peki, Solon bu bilgileri Sais’teki tapınaktan nasıl almış olabilirdi?
Solon’un Amenhotep’ten aldığı bilgileri bilinen en eski papirüslere geçirdiğine dair bazı yazılar okumuştum. Bu bilgiler kurgu ya da değil; belki de gizli kalması gerektiği için inkâr ediliyor olabilirdi. Hatta bu el yazmaları Yunan metni olmasına karşın, Fenike harfleriyle süslenmiş; yani eski Yunan alfabesi kullanılmıştı.
Kuşkucu biri olarak Solon’un Mısır gezisiyle ilgili hiç not bırakmamış olması her zaman kafamı çok karıştırıyordu zaten.
![dakhla-deir01[1]](https://esradogrul.files.wordpress.com/2019/03/dakhla-deir011.jpg?w=1360)
‘’Solon kayıt tuttu ama bir şekilde elinden alınıp yok mu edildi bunlar?’’
Solon’un ne tür bir âlim olduğu cümle âlem tarafından bilinir. Solon Mısır’a bilgi almak için yanında bolca altın almadan gitmemiştir. Ancak Mısırlılara göre, yazma sanatı Thoth’un kutsal bir armağanıydı, tanrılar için yazı yazarlardı. Yazıları kutsal ilan edince rahiplerin bilgiyi kontrol altında tutma şansı oluyordu.
Eğer Solon Mısır’daki Sais tapınağına elinde papirüslerle girdiyse ve tapınak görevlileri de bunu gördüyse; Solon’a pusu kurulmuş ve çölde soyulmuş olabilirdi. Kâğıtları da alınıp parçalanmış ve atılmıştı. Kısa bir zaman sonra da parçalar sarılmış olabilirdi. Tapınakta bir yabancı tarafından yazılan herhangi bir yazı kutsal değerlere karşı saygısızlık kabul edilirdi; hele ki Yunanlıları o zamanlar çok tekin ayakkabı olarak görmezlerdi.
Saldırı sonrası, Solon’un tapınağa son gelişinin ardından yapıldığı için tüm kayıtlarda yok olmuş olabilir. Belki de o kadar kötü dövülmüştü ki, hikâyesinin sadece bir kısmını hatırlıyordu. Solon Mısır’a gittiği zaman zaten yaşlı bir adamdı ve hafızası zayıflamıştı. Yunanistan’a dönünce de bir daha eline kalem almamıştı ve yitirdiklerini, hatırlayabildiği şeyleri sadece birkaç yakın dostuna anlatmıştı. Eğer öyleyse o zaman kurguyla değil gerçekle karşı karşıyayız demektir.
Platon, Critias’la Sokrates’in diyaloğunda Atlantis’i şu şekilde anlatmıştır:
‘’Senin Herkül’ün Sütunları diye adlandırdığın boğazların tam ortasında bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya’nın bir araya gelmiş hâlinden daha büyüktü. Atlantis adlı bu adada, tüm adayı ve daha başka adalarla, kıtanın büyük bir kısmını yöneten güçlü ve harika bir imparator vardı. Atlantis insanları, Libya’nın Herkül’ün Sütunları arasında kalan kısmını ta Mısır’a kadar ve Avrupa’yı da Tiren Denizi’ne kadar hükümranlıkları altına almışlardı. Bir kişinin elindeki bu muazzam güç, ülkelerimizi ve boğazların içinde kalan tüm bölgeyi de ele geçirmek istiyordu.’’
O zamanlar Libya, Afrika’nın eski adıydı, Tiren orta İtalya’ydı ve Herkül’ün Sütunları da Cebelitarık Boğazı’ydı. Ama Platon ne coğrafyacı ne de tarihçiydi. Onun konusu, Atinalılarla Atlantisliler arasındaki büyük savaştı, bu savaşta doğal olarak Atinalılar galip geliyordu, ama ancak en büyük tehlikeyi atlattıktan sonra!..
Ve şimdi de hikâyenin doruk noktası, efsanenin özü, şu son birkaç cümle, iki bin yıldır bilim adamlarında Platon’un bize, küçük abartılarla da olsa, insanlığın gerçek tarihinden bir sayfayı aktarıp aktarmadığını konusunda soru işaretlerine neden oluyor.
‘’Ama sonunda, çok büyük depremler ve tufanlar oldu; ve tek bir talihsiz gün ve gece içinde bütün o savaşçı adamların yerin altına girdi ve Atlantis Adası da aynı biçimde denizin derinliklerinde kaybolup gitti.’’
Platon’un Atlantis betimini dikkatle incelediğimiz zaman hikâyenin tümüyle tarihsel olmadığı, hem tarihsel hem de alegorik olarak okunması gerektiği sonucuna varırız.
![hercul11-02[1]](https://esradogrul.files.wordpress.com/2019/03/hercul11-021.jpeg?w=675&h=441)
Platon, Atlantis alegorisini ya birbirinden çok farklı iki amaca ulaşmak için kullandı ya da Mısırlı rahipler tarafından korunan anlatılar gizli öğretiyi saklamak için çarpıtıldı. Bu söylediklerim Atlantis’in tümüyle mitsel olduğu anlamına gelmez; fakat Atlantis teorisinin, kökenlerine dair fantastik hikâyenin, boyutunun, görünüşünün ve MÖ. 9600 yılında batışının kabul edilmesindeki en büyük engelin üstesinden gelir.
Atlantis hakkındaki tüm bilgilerin çıkış noktası olan kaynak, Platon’un, MÖ. 359-347 yılları arasındaki bir dönemde yazmış olduğu iki kısa diyaloğu kabul edersek; yine de İnternette gördüğünüz, içerisinde hiçbir tarihî önemi ve gerçekliği olmayan videolardaki fantastik hikâyelere lütfen aldırmayın, derim. Size Atlantis’le ile ilgili en derin kaynaklarımı zamanı gelince sunacağım. Çünkü burada satırlara yetmeyecek kadar çok fazla önemli bilgi olduğundan bunları kitabımda paylaşmayı değerli görüyorum.
Önerilen Kitaplar:
Kritias – Kharmides Platon
Timaios – Platon
Atlantis – David Gibbins
Tüm Çağların Gizli Öğretileri-Manly P. Hall
Yazan: Esra Doğrul