İçeriğe geç

Türklerin Runik Tılsımları ve Antik Kriptolojinin Gizli Kapıları

İnsanlık tarihinin en eski izlerinden biri, bilginin korunması ve yalnızca belirli kişilere aktarılması ihtiyacıdır. Bu, hem maddi dünyada savaş ve siyaset için gerekliydi, hem de manevi dünyada kutsal sırların korunması için. Kriptoloji – yani şifreleme bilimi – bugün modern matematiksel algoritmalarla anılsa da kökenleri çok daha eskiye, tılsımlı yazıların ve sembollerin dünyasına dayanır.

Türklerin Orhun Yazıtları’nda kullandığı runik alfabe, sıradan bir yazı sisteminden çok daha fazlasıdır. Her harf, yalnızca bir ses değil; kozmosun enerjisini taşıyan bir işaret, koruyucu bir mühür ve aynı zamanda bir şifredir.

Türklerin runik işaretleri, özellikle Orhun Abideleri ve Yenisey Yazıtları’nda karşımıza çıkar. Bu yazılar yalnızca tarihî belgeler değil, aynı zamanda kutsal taşlara kazınmış sözlerdir.

Her harf bir semboldür:
Mesela “ok” işareti yalnızca bir harf değil, aynı zamanda koruyucu bir güç, savaşçı ruhun çağrısıdır.

Çizgilerin yönü bir akışı temsil eder:
Yukarı doğru çizgi göğe yükselişi, aşağı doğru çizgi toprağa köklenmeyi simgeler.

Söz büyüdür:
Türk kültüründe “söz” başlı başına kutsaldır. Runik işaretlerle yazılan her kelime, yalnızca bir bilgi değil, aynı zamanda enerji ve niyet taşıyan bir tılsımdır.

Bu nedenle Türkler için runik yazı, hem alfabe hem de kozmik şifreleme sistemidir.

Kriptoloji ile Paralellik

Antik dünyada Yunanlıların, Romalıların ve Mezopotamyalıların farklı şifreleme yöntemleri vardı:

Spartalıların scytale yöntemi,

Romalıların Caesar şifresi,

Mezopotamya tabletlerindeki sembolik işaretler…

Türklerin runik yazısı ise bu yöntemlerden farklı olarak yalnızca askeri ya da diplomatik bilgi saklamak için değil, aynı zamanda ruhani sırları korumak için de kullanıldı. Yani dünya ile gök arasında bir köprüydü.

Bir bakıma runik işaretler, hem tılsım hem şifreydi. Düşmana görünmeyen, ama bilene evreni açan kapılar gibiydi.

Runik Tılsımların Kullanım Alanları

1. Taş Yazıtlar – Orhun Abideleri gibi yazıtlar, yalnızca tarihî olayları değil, aynı zamanda toplumun ruhani yasalarını koruyan mühürlerdir.

2. Tılsımlı Objeler – Kılıçlara, kemerlere, at koşumlarına kazınan runik işaretler, sahibine güç ve koruma sağlardı.

3. Şaman Ayinleri – Şamanlar, davul ve giysilerine bu işaretleri işleyerek ruhlarla iletişimde bir tür “şifre dili” kurarlardı.

4. Göçebe Çadırları – Çadır direklerine kazınan semboller, hem kötü ruhları uzak tutar hem de topluluğun koruyucu damgası olurdu.

Runik yazının kriptolojik boyutunu anlamak için yalnızca akılla değil, kalple de bakmak gerekir. Çünkü her sembol aslında bir mesajdır:

Evrenin dilini sembollerle yazmak, görünmeyeni görünür kılmaktır.

Sırrı saklamak, hakikatin değerini korumaktır.

Runik işaretleri çözmek, yalnızca bir alfabe okumak değil; ataların ruhuyla, gökyüzünün yasasıyla konuşmaktır.

Türklerin runik tılsımları bu yüzden hem şifre, hem dua, hem de mühürdür. Bugün dijital kriptoloji algoritmalarında gördüğümüz “bilgi gizleme” prensibi, kadim çağlarda zaten taşlarda, kılıçlarda ve şamanların davullarında yaşamaktaydı.

Runik yazı, Türklerin yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda evrenle kurduğu bağın yazılı şeklidir. Bu yazılar, bir yandan antik kriptolojinin en eski formlarını barındırırken, diğer yandan tılsımlı bir koruma işlevi görür.

Bugün biz bu sembollere baktığımızda yalnızca tarihsel bir alfabe değil, aynı zamanda kozmik bir şifreleme sistemi görürüz. Çünkü ataların mesajı hâlâ taşlarda, rüzgârda, sembollerde fısıldar:
“Hakikat sırdır, sır da kutsaldır.”

Sevgi ve ışıkla Kalın.

Esra

One thought on “Türklerin Runik Tılsımları ve Antik Kriptolojinin Gizli Kapıları Yorum bırakın

Yorum bırakın