SELANİK’TE BİR AŞK HİKAYESİ
Bir Zamanlar Selanik
Yunanistan‘ın Atina’dan sonra ikinci büyük kenti olan Selanik, Mustafa Kemal Atatürk’ün de doğduğu şehirdi. Bu şehir canlı, tüccarı bol, ticareti iyi, zengin ve bereketli topraklara sahip olmak isteyen bir çok İmparatorlukları birbirine düşürmüş ve dolayısıyla savaşları, birçok hastalığı ve safaletleri beraberinde getirmişti.
Selanik’te şehrin üç ana grubu olan Yahudiler, Rumlar ve Türkler, kendi bölgelerinde ayrı ayrı yaşarlardı. Aslında, ticari ve mesleki ilişkilerinde bütün topluluklar birbirine paralel şekilde çalışır ya da sık sık çatışarak yaşam mücadelesi verirlerdi. Bununla birlikte, bazı ticari faaliyetler bir gruba aitti.
”Hani deriz ya, yoğurt Türklerin bulduğu bir yiyecektir. Helva da Türklere aittir.” Bize ait bir şey yoktu aslında hepsi kültürlerin birbirleriyle etkileşiminden doğmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında ayrı milletlerle bir arada yaşamanın verdiği zorlukların yanı sıra ayrı halkların birbirlerinden öğrendiği birçok şey onlara ortak kültür, bilgi, birlik ve beraberlik kazandırdı.
O dönemde Selanik’te ”yoğurt ve helva” dükkanları Arnavutlar tarafından yönetilirdi. Bellerinde havlular, başlarında da geniş yuvarlak tahta tepsilerle ”Arnavut kaldırım taşı” şeritlerinden yürüyen sokak satıcıları; kış aylarında tarçın ile buğulanmış sıcak salep, boza, yaz aylarında da buz gibi limonata ve dondurma satarlardı. Yani yemekler kültürlerin değil toprağın kaderi olmuştu.
Kolera Salgını
Osmanlı İmparatorluğu, 1676 yılından 1917 yılına kadar Ruslar ile aralıklı olarak savaştı. Kah kazandı, kah yenildi. Tarihi net olmamak ile birlikte 1829 yılında Ruslar, Edirne’den Silivri’ye, oradan da Çatalca’ya kadar ilerlediler. Hastaneler Rus askerleriyle dolup taştı. O zamanın yetkili komutanlarından biri, Osmanlı askerlerinin salgın hastalıklara yakalanmasınlar diye, Rusların ve Bulgarların yattığı hastanelerden uzak durmalarını, kışlalarda konaklamalarını istedi.
Ancak ”kolera salgını” olarak bilinen hastalık binlerce yıl bitmeyen savaşlardan ötürü, 19. yüzyılda kuvvetini daha da arttırdı; Asya ve Avrupa’yı perişan etti ve yüz binlerce kişinin ölmesine neden oldu.
20. yüzyılın başlarında ‘’kolera salgını‘’ için mücadele yöntemleri hayata geçirilse de o zaman koleraya yakalananlar uzunca bir süre daha kurtarılamadılar. Ama insanlar umutlarını yitirmedi, hatta acılarına tutunarak hayatta kalmayı başardılar. Ne memleket sevdasından ne de aşklarından vazgeçtiler. Ve yaşadıkları acılarını sözcüklere, cümlelere döktüler.
İşte Selanik Türküsü diye adlandırılan meşhur Çalın Davulları Türküsü Hikayesi de bu dönemlerde yazılmıştır. Hikayenin özü şöyledir.
”1893 yılında günlerden bir gün, Selanik yakınlarında Mazganlı köyünden Mehmet isimli bir genç, şehrin merkezinde bulunan dürüst, tok gözlü bir insan olan Rüstem Ağa’nın kumaşçı dükkanını alışveriş için ziyaret eder. Rüstem Ağa, gencin üslubunu beyefendiliğini çok beğenir ve Mehmet isimli gençle sohbet etmeye başlarlar. Rüstem Ağa işlerinin çok yoğun olduğundan bahsedip Mehmet’e iş teklifinde bulunur, Mehmet’te bu teklifi kabul eder. Mehmet önce kumaş indirip kaldırmakla başlayıp dükkanın hatta konağın işlerini yapmaya başlar. Rüstem Ağa’nın on altı yaşında bir genç kızı vardır; niyetiyse kızını, hiç oğlu olmadığı için işlerini devam ettirebileceği ve güvenebileceği bir yiğitle evlendirmek istemektedir. Mehmet isimli genç bir gün yine konağa uğradığında, o vakit Fitnat ile göz göze gelir ve birbirlerine aşık olurlar. Fitnat’ın annesi durumu Rüstam Ağa’ya iletir. Rüstem Ağa da hep Mehmet gibi bir oğlu olmasını istediği için isteme merasimlerinin başlamasına izin verir ve Mehmet’in ailesi köyden gelir, Fitnat’ı isterler. Rüstem Ağa’da kızını Mehmet’e verir. On bir gün sonra yapılacak düğün için hazırlıklar başlar. Ancak son günlerde sağlık durumu iyi olmayan Fitnat’ın Kolera hastalığına yakalandığı öğrenilir. Fitnat düğününe üç gün kala ölür.. Ve geçmişte yüreği yanan her aşık gibi Mehmet’de başlar ağıt yakmaya..
”Çalın Davulları
Çalın davulları çaydan aşağıya, aman aman…
Mezarımı kazın bre dostlar, belden aşağıya
Koyun sularımı kazan dolunca, aman aman…
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver
Selanik içinden selam okunur, aman aman…
Selamın sedası bre dostlar, cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır, aman aman…
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı, götür yara ver
Selanik Selanik viran olasın, aman aman..
Taşını topracını seller alsın
Sen de benim gibi yarsız kalasın, aman aman…”
Sevgilerimle,
Esra DOĞRUL
çok güzel bir yazı , tarihsel anlatım, içeriği, hikaye harika ,eline sağlık canım
BeğenLiked by 1 kişi
Demetcim senin beğendigine sevindim.goruslerin benim icin cok onemlidir. Varsa aķlinda baska konular konusalim, yazayim. Sorularin varsa da cevaplayabilirim. Sevgilerimle.
BeğenBeğen
Cok begendim kalemine saglik guzel kizim
BeğenLiked by 1 kişi
Tesekkur ederim anneciğimmm 😘😍🤗😇 senin kadar olmasam da 😉
BeğenBeğen