İçeriğe geç

NARDUGAN’INIZ KUTLU OLSUN!

KUTSALIN MORFOLOJİSİ

Günümüzde bilimlerin ancak hızla yaşlandığından söz edilebilir; çünkü bilimlerin ölmemek gibi bir üstünlüğü vardır. Ama öyle çabuk yüz değiştirirler ki! Din bilimi de gezegenler ya da sayılar bilimi gibidir.

Elli yıldır İngiliz antropologlar ya da Fransız toplum bilimciler kendi köşelerinde ısrarla şu iki zorlu soruya cevap aramaktadırlar:

Dinsel olguların kökeni ve dinsel biçimlerin soy kütüğü nedir?

Ciddi olduğu kadar boş sorulardır bunlar. Genelde çok ateşli olan bu boş tartışmalar pek çok kitabın esin kaynağı, hatta gözlemlerin ve incelemelerin nedeni olmuştur. Ama bir sonuca varılamamıştır. Bugün araştırmacılar kendilerini bunlardan kurtarıyorlar.

Dinsel bir görüngü (gözlenebilen, duyularla algılanabilen şey, her oldu ve olay) ancak kendi kipliği (olayların varoluş biçimi) içinde ele alındığı ölçüde, yani dinsel ölçekte ele alındığı sürece ortaya konulabilir. Bu görüngüyü fizyolojiyle, psikolojiyle, toplum bilimle, ekonomiyle, dil bilimle, sanatla vs. sınırlandırmak istemek, ona ihanet etmektir. Bu, görüngünün indirgenemez ve özgün olan niteliğini, yani kutsal niteliğini göz ardı etmek demektir. Görüngülerin tamamen ve yalnızca dinsel olamayacağı gibi hiç kuşkusuz ‘’katıksız’’ bir dinsel görüngü de yoktur.

PhotoGrid_1545859272107-01

Din bilimi, önce öteki bilimlerin daha sonra dil biliminin yaptığını kısa bir sürede yapıp, köken sorusunu felsefecilere bıraktı. Etnograflar ya da tarihçilerse duruma göre her alan ve her dönem için her türden gözlemi ya da belgeyi bir araya getirmektedirler ve bu dökümün bütünlüğünü ve temel niteliğini belirlemeye çalışmaktadır.

Son tahlilde insanı tanımlayan temel işlevlerden biriyle dini açıklamaya çalışmak boş bir çabadır. ‘’Kutsal hakkında genel olarak söylenebilecek tek şey, kutsal olmayanın karşıtıdır. Bu karşıtlığın doğasını ve kipliğini belirlemeye çalıştığınızda büyük engellerle karşılaşırsınız. Temel ne olursa olsun bu karmaşık olgular labirentine uyacak hiçbir formül yoktur. Bizim dinsel görüngü olarak tanımladığımız şey, davranışlardan, inanışlardan ve kuramlardan meydana gelen kimi zaman kaos boyutlarına ulaşan çok yüzlü bir kütledir.

TÜRK TARİH TEZİ’NE DOĞRU

Osmanlı Devleti’nde, Türk tarihinin Osmanlı öncesi dönemleri unutulmaya terk edilmişti. Dinsel aidiyetin esas olduğu Osmanlı Devleti’nde Türklerin İslam öncesi tarihleri adeta kalın bir sis perdesiyle örtülmüştü. Bu nedenle Türklerin tarihsel derinlikten yoksun bir ulus olduğu düşüncesi tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı’da da yaygınlık kazanmıştı.

Osmanlılar İslam öncesi dönemleri ‘’putperest’’ ve ‘’din dışı’’ zaman ilimleri olarak gördüklerinden daha çok Türklerin Müslümanlıktan sonraki tarihleriyle ilgileniyorlardı. Osmanlı tarihçileri, Osmanlı tarihini, İslam tarihinin bir devamı olarak görüyorlardı.

19. yüzyılın sonlarında Fransız Devrimi’nin estirdiği milliyetçilik rüzgarlarından etkilenen bazı Osmanlı aydınları bu anlayışı sorgulayıp kökleri çok eskilere giden bir Türk tarihinden söz etseler de Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman kökleri İslam öncesine uzanan eski Türk tarihinden söz etmek yaygın bir düşünce halini almamıştır. Böyle bir ortamda yetişen Atatürk’ün en büyük amaçlarından biri Türk tarihini örten bu kalın sis perdesini kaldırarak kökleri İslam öncesine kadar uzanan eski parlak Türk uygarlığını ortaya çıkarmaktı. İşte Atatürk, 1930’lu yıllardaki ‘’tarih, dil ve antropoloji çalışmalarını’’ bu amaçla başlatmıştır.

MKAtatürk

 


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ve MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ İLE SÜMER KÜLTÜRÜNE GİRİŞ

Mustafa Kemal Atatürk, Sümerlilerin tarih ve kültürünün halkımıza tanıtılmasını ve onların varsa, Türklerle bağlantılarının bulunup kanıtlanmasını istiyordu. Bunu yapacak uzmanların yetişmesi için de Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne Sümeroloji Bölümü’nü açtırmıştı. Ama ülkemizde mezunlar için araştırma yapacak kurum ve kuruluşlar yoktu. Macarlar bile yalnızca kendi ülkelerin de değil, Kuzey ve Güney Amerika’da ve Avusturalya’da da ‘’Sümer-Macar Araştırma Merkezleri’’ kurmuşladır.

Fakültenin Hititoloji ve Sümeroloji bölümlerinin ilk mezunlarından olan Dr. Muazzez İlmiye Çığ, otuz üç yıl boyunca Sümer tabletlerinin tasnif edilmeleri ve önemli bulunan tabletlerin yayımlanması işleri için canla başla uğraşıp, bize kökenlerimiz hakkında bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Bilim insanlarının çalışmasına sunulmak üzere sekiz kitap yayımlamıştır. Ne var ki bunlar da Atatürk’ün istedikleri değildi; fakat onun istediklerine büyük bir kaynaktı. İşte bu kaynaktan edindiği bilgiler doğrultusunda Muazzez İlmiye Çığ emekli olduktan sonra halka dönük daha derin kitaplar yazmaya başlamıştır.

Atatürk’ün kökenlerimizi iyice öğrenebilmek için Tahsin Mayatepek’i de Meksika’ya gönderdiğini hepimiz biliyoruz. O, Türk efsanelerindeki yaratılış motiflerinin çok daha ötesine gitmek istiyordu. Bize çivi yazılı bilimlerin alanını açan Ulu Atamız, yazıyı ilk kez kullanmış olan milletlerin, özellikle dilleri dilimize benzeyen Sümerlilerin, Türklerle dil ve kültür bakımından olan ilişkilerinin araştırılmasını bildirmişti.  Muazzez İlmiye Çığ da çalışmalarında, aynı kökten gelmiş olan Türklerin zaman içinde çeşitli yönlere dağıldığını, dillerini ve inanışlarını unuttuklarını gözlemlemişti.

Bunların dışında Muazzez İlmiye Çığ’ın tespit ettiği çok önemli bir şey daha vardı:

Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar. Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, kurbanlar, törenler, ilahiler, dualar; iyi ahlaklı, dürüst ve haktanır olmak, sosyal adalet, temizlik ve bayramlar.

KUTSAL ZAMAN VE EBEDİ YENİLENME

Muazzez-İlmiye-Çığ

Dr. Muazzez İlmiye Çığ, Sümer destanlarıyla, Sümerlilerin Asya ve Türklerle olan bağlantılarını kanıtlayabilmek için hummalı bir çalışma başlatmıştır. Masallar, bayramlar, ayinler ve semboller arasındaki bağlantılar, onun gerçek bilgilere daha hızlı ulaşmasını sağlamıştır. Bu da bizi dinsel ve dilsel görüngülere götürmektedir.

İnsan kültürünün tarihine bakarsak, bir köken efsaneleri bolluğuyla karşılaşırız. Dinsel olguları nerede aramak gerektiğini bilmek ve özellikle bu olgular arasından ‘’saf durumda’’ olanlarını, yani kökenlerine en yakın olanlarını, ‘’yalın’’ nitelikte olanlarını ayırmak gereklidir. Bu tür incelemeler, kutsalın değişken morfolojisini ve tarihsel oluşumunu ortaya koyabilir.

Örneğin bayramların kutsal zamanda gerçekleştiğini biliyoruz. Ama bazı dönemsel bayramlar da vardır. Bunlar daha önemlidirler ve bize oldukça açık bir olguyu iletirler. ‘’Yeni bir zaman kurma isteği.’’

Başka bir deyişle, bir zaman dilimini kapatan ve başka bir zaman dilimini açan dönemsel bayramlar zamanın tamamen yenilenmesini sağlar. Daha fazla ayrıntı verecek olursak, ‘’eski yılın sonunu ve yeni bir yılın başlangıcını belirleyen ayinler’’ hakkında genel bir görüş edinebiliriz.

images.jpeg-2-01.jpeg

Mevsimsel ritüel dramanın morfolojisi çok zengindir. Yılın sonu ve yen yılın başlangıcı belirli ayinlerin gerçekleştiği dönemlerdir. Günah çıkarma, bütün ateşlerin söndürülmesi, ölülerin törenle ağırlanması, karnavallar ve Saturnalia kutlamalarıdır.

Özetle, tüm bu ayinleri içeren eski yılın sona ermesi ve yeni yılın başlaması senaryosu her yerde vardır ve her durumda bu liste eksiksizdir. Söylemek gereksiz ama zamanı yok etme isteğinin, Yeni yıl törenleri sırasında abartının dozunun kim de çok kaçtığını açıkça görebiliriz.

TÜRKLERDE AKÇAM AĞACI ve GÜNEŞİN YENİDEN DOĞUŞ GÜNÜ

 

IMG-20181226-WA0029-01.jpeg

Dr. Muazzez İlmiye Çığ, Türklerin yılın sonunda gerçekleştirdikleri bayramı, simgesel olarak şöyle naklediliyor.

‘’Türkler’in Orta Asya’dan göç etmeden ve tek tanrılı dinlere geçmeden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir “akçam ağacı” buluyor. Bu ağacın tepesi, gökyüzünde oturan Tanrı Ülgen’in sarayına kadar uzuyor ve buna “hayat ağacı” diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde de görebiliriz. Tanrı Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kırmızı kaftan giymiş olarak sarayında oturuyor ve geceyi, gündüzü, güneşi yönetiyor. Astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor. Güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu Türkler, büyük şenliklerle “akçam ağacı” altında kutluyorlar. Güneşi geri verdi, diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin, diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar; dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı’dan. İnanca göre, bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş. Bu bayram için evler temizleniyor ve güzel giysiler giyiliyor; ağacın etrafında şarkılar söylenip oyunlar oynanıyor. Yaşlılar ziyaret ediliyor; aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar (Yedikleri, yaş ve kuru meyveler yanında, özel bir yemek ve bir tür de şekerleme). Bu Bayram, aile ve dostlarla bir araya gelerek kutlanırsa ömrün çoğalacağına ve uğur getireceğine inanıyorlar. Alınan verilere göre, “akçam ağacı” sadece Orta Asya’da yetişiyormuş. Mesela, Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş. O yüzden, bu olay Türkler’den Hıristiyanlar’a geçmiş; Hıristiyanlar, Hunlar’ın Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek almışlar bu töreni. Bu anlatıma göre, çam ağacı süslemenin İsa’nın doğumu ile hiçbir ilgisi yok.  Doğum, ‘’güneşin yeniden doğuşu’’ demek. Hz. İsa evrenin nuru olarak algılanır ve bu olayın pagan halklardan alınıp Hz. İsa’ya yakıştırılması, konuyu bir arketipsel tekrarlanmaya sürüklemiştir.’’

NARDUGAN’INIZ KUTLU OLSUN!

IMG-20181226-WA0043-01

Günümüzdeki araştırmalara göre, Noel ağacının Pagan geleneklerinden gelen bir ritüel olduğunu göstermektedir. Paganizm; kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan bir inanç biçimi ve bu dinlerin genel adıdır.

Son zamanlardaki araştırmalar da göstermektedir ki, yüzyıllardır Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın doğumu olarak kutlanan “Noel Bayramı” biçimsel özellikleri bakımından Eski Türkler’in yeniden doğuş bayramı olan “Nardugan’a” çok benzerlik göstermektedir.

“Nardugan” ,”nar=güneş”, “tugan/dugan” da “doğan” demek.

‘’Nardugan, Öz Türkler’de ve İslama kadar olan Türklerle, Sümerler’de aynı adla anılan bir yeni yıl bayramıdır.’’

ayaz-ata

Her yıl 22 Aralık’tan sonra gelen ilk dolunay da kutlanır. Bunun sebebiyse Türkler’in eski inanışına göre gece ile gündüz sürekli savaşırlar ve 21 Aralık günü en uzun gecedir ve ardından günler uzamaya başlar. Bu yüzden 22 Aralık günü Türkler için çok önemlidir. Bu günü takiben (Ay yılı esasına dayalı bir takvim kullandıkları için) ilk dolunayın çıktığı ilk gün yeni yılın ilk günüdür.

Bir başka inanca göre, Nardugan Bayramı önceleri dünyanın merkezinde, tanrıların ve ruhların dinlendikleri yerde yaşayan Yer-Su’ya adanır. Yer-Su’nun yanında, gür beyaz sakallı bir ihtiyar olan Ülgen bulunurdu. İnsanlar onu daima zengin kırmızı kaftan içinde görürler. Ülgen aydınlık ruhların reisi idi. O, altın kapıları olan altın yeraltı sarayında, altın bir taht üzerinde oturmaktadır. Güneş ve ay ona itaat ederler. Sözde, gün ile gece sürekli tartışma halindedir. İnanca göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta da gece gündüzle savaşır ve güneş yeniden dünyayı fazla olarak aydınlatmaya başlar. Yani Türkler’in “Gök tanrısı” gün ile geceyi tanzim eder. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanır.

ÇAM AĞACI SÜSLEMEK BİR TÜRK GELENEĞİDİR!

IMG-20181226-WA0019-01

Güneşin zaferi “Yeniden Doğuş Bayramı” olarak kutlanan bu günde, Türkler ölümsüzlüğün simgesi olan ve Türk Mitolojisine göre tüm insanların türediği ağaç olan Akçam ağaçlarını süsler, altında geleneksel oyunlar oynar ve Kopuz eşliğinde şarkılar söyler, eğlenceler düzenlerler. Çamın etrafında bir halka oyunu oynarlar, güneşi sembolize eden daireye katılırlar. Böylece, semavi ışık vereni (güneşi) geri dönmeye çağırırlar. Ayrıca Türkler duaları Tanrıya gitsin diye, Türkistan’da yetişen Akçamı getirip evlerine koyup ağacın altına hediyeler koyar, dallarına kurdeleler bağlar o yıl için dilekler dilerler. Bütün bu dua, oyun, hediye ve süslemelere Ülgen de hiç red cevabı vermez, bayramdan sonra gece daima kısalır, Güneşse hep gökyüzünde daha uzun kalır.

LO SATURNALİA!

 

images-01

Noel kutlamalarının saf dini inanca sonradan katılan bir bidat olduğu iddia edilir. Bu iddialara göre Antik çağlardan beri kutlana gelen Pagan Kış Festivalleri ile Roma’da yayılmış Mitraizm’in kış festivalleri olan Yule ve Saturnalia’daki uygulamalar Noel’in kökenini teşkil etmektedir.

Saturnalia’dan daha önceki ”Kurşun Tanrısı Satürn” adlı yazımda bahsetmiştim. Roma döneminde Saturnalia, yeni yıla kozmik bir anlam katmıştır: Satürn gezegeninin onuruna 17 Aralık’tan itibaren yedi gün boyunca çılgın bir bayram düzenlenirmiş; Günlük yaşantı tam tersine döner, Efendiler kölelerine hizmet eder, Savaş veya infazlara izin verilmez, Kumar oynamaya izin verilirmiş; Evler yeşilliklerle dekore edilir, partiler düzenlenirmiş. Bu festival süresince, geleneksel kıyafetlerin yerine, kölelere yeni ve şık kıyafetler giydirilirmiş. Görkemli yemek masalarında aşırı yemek yenir, içki içilir ve şarkılar söylenirmiş. İnsanlar birbirlerine hediyeler verirmiş.

28b-1-01

Bu bayram da ‘’kış mevsiminin başlangıcı ve şeref madalyası Satürn’e aitmiş.’’ 2500 yıl önce Satürn şenliğinde herkesin birbirini selamlama şekli “Mutlu Noeller” değil, “Lo saturnalia!’’ olduğu söylenirmiş.

Bundan birkaç yüzyıl sonra İlk papazlar daha fazla paganı kiliseye çekmek için Satürn şenliğini ‘’Noel’e’’ dönüştürmüşler. Böylece ‘’yeni bir amaca hizmet edilecek pek çok kış gündönümü bayramına bir yenisi daha eklenmiş’’ olur.

YENİ YIL KUTLAMALARININ ROMA ve HIRİSTİYANLARA GEÇİŞİ NE ZAMAN OLDU?

İmparator Konstantin M.S (324-337) zamanında İznik’te toplanan ilk Ekümenik konsülde, 22 Aralık’ta güneşin doğumu için yapılan bu “pagan bayramını” İsa’nın doğumu olarak 24 Aralık’a almışlar ve buna da “Noel Bayramı” demişler. (Batı kilisesi, 25 Aralık’ta kutluyorlar).

IMG-20181226-WA0024-01.jpeg

Roma Halkının da Hıristiyanlığı kabul etmeden öncesinde büyük oranda Putperest olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığa 300 yıl karşı gelen Roma İmparatorluğu, İmparator Büyük Konstantin M.S. 313 yılında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. I.Constantinus’un kutsal Pazar günü, İsis modeli Meryem Ana vb. pagan gelenekleri gibi Güneş Gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hıristiyanlığa adapte ettirdiği ve İsa’nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir.

IMG-20181226-WA0044-02

 

Günümüzde Noel kutlamaları Hıristiyan ülkelerde olduğu kadar tüm dünyada çok renkli geçer. Bir süre öncesinde hazırlıklar başlar. Noel ağaçları ve evler süslenmeye başlar, hediyeler alınır. Noel şenliklerinde ışık ve süslerle donatılan ‘’Çam ağacına’’, ‘’Noel Ağacı’’ denir.

Hıristiyanlar Noel/Christmas nedeniyle çam süslemek ve hediye dağıtmak gibi adet ve alışkanlıkları yakın zamanlarda oluşturmuştur. Noel’de hediye verme adeti, Hıristiyan dininden önce var olan Türklerin ve devamında Hunlar, Romalılar, Kuzey ülkelerinde var olan geleneklerin sürdürülmesinden ibarettir.

Bu geleneği şekilleştiren, 1196 ile 1272 yılları arasında Batılı Hıristiyanların kutsal yerlerdeki Müslümanları buralardan çıkarmak için yaptıkları seferlere katılan bir Fransız’dır. Anadolu’da yasayan St. Nicolas’ın her yıl 6 Aralık günü çocuklara hediye dağıttığını öğrenen Fransız, Noel geceleri eşeğinin küfelerine doldurduğu yiyecek ve hediyeleri çocuklara dağıtmayı adet edinir. Bu adet sonraları yaygınlaşır ve günümüze kadar yansır.

Noel gecesi evinin penceresine astığı çam dallarını elmalarla süsleyip çam süsleme adetiyse, 1494 yılında Sebastian Brant isimli bir Alsaklı’nın başlattığı söylenir.

Sonuç olarak bu geleneğin yine anayurtları Orta Asya olan ve türlü nedenlerle Mezopotamya’ya göçen Sümerler’e Türklerden geçtiği, oradan da Anadolu aracılığı ile Eski Roma’ya geldiği ve günümüze kadar gelip günümüzdeki 1 Ocak yılbaşının temelini oluşturduğu sanılmaktadır.

Görüldüğü gibi yeni yıl kutlamaları da diğer inançlar gibi çeşitli kültürlerden alınan efsanelerle, değişik şekiller alarak her toplumun yaşamına bir şekilde girmeyi başarmıştır.

Tarih yeni dinsel deneyimler getirse de, var olan deneyimlere felce uğratsa da dinsel deneyim gereksinimi yok edememiştir. Kutsalın tarih içerisindeki diyalektiği ne olursa olsun, bu keşifleri gerçekleştiren toplum ya da birey hangi tarihsel aşama da bulunursa bulunsun tüm dinsel değerlerin bir bütün olarak bir anda yeniden keşfedilmesini sağlar. Din tarihi, bu değerlerin kayboluşu ve yeniden keşfi arasında gider gelir; ama bu kayboluşlar ve yeniden keşifler hiçbir zaman kesin son bulmamışlar ve bulmayacaklardır da.

Mutlu Yıllar olsun Sevgili dostlarım, bir yılı daha geride bıraktık. 2018 yılına ait son yazımı da sizlere pırıltılı sevgi ve inanç dolu tılsımlarla gönderiyorum. Hepinizi, her şeyi herkesi ve hayatı, olan ve yaratılmış olan her şeyi çok seviyorum. Umarım bu yıl daha bilgili ve daha anlayışlı ve daha merhametli oluruz.

Kocaman Sevgilerimle,

Esra DOĞRUL

Kaynakça: 

Dinler Tarihine Giriş-Mircea Eliade
Sümerliler Türklerin bir Koludur, Uygarlıkların Kökeni ve Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni ve diğerleri- Muazzez İlmiye Çığ
Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi- Sinan Meydan (Haluk Tarcan’ın Sunumuyla)
İnsan Evriminde Din- Robert N. Bellah

Araştırmalar: 

http://www.turkbilimi.com/nardugan-kavrami-ve-12-hayvanli-turk-takvimi/

http://apelasyon.com/Yazi/196-cam-susleme-gelenegi-ve-nardugan

NARDUGAN’INIZ KUTLU OLSUN!” için 3 yorum Yorum bırakın

  1. SONRA ,ÇEKİLDİM BİR KENARA…SEYRETTİM OLAN BİTENİ.BAKTIM..BEN KİMDE NE KADARIM…KİM BENDE NEKADAR KALMIŞ??………..BAŞARILARIN DAİM ,OLSUN…

    Beğen

    • Tesekkurler Cüneyt Bey guzel dilekleriniz icin. Sizin de her sey gonlunuzce olsun. Hep birlikte yukseliriz insallah milletçe insanca… tum insanlik…

      Beğen

  2. Esra hanım merhaba.

    Üzüntülerin acıların geride kaldığı yepyeni güzel ve umutlu bir geleceğin karşılanacağı yeni dönem(DOĞUM) ve de bu algının doğrultusunda oluşan çeşitli kutlamalar vs vs.. hepsi bir varoluş felsefesi olan “christ” kültünün yansımalarından başka birşey olmadığını düşünüyorum.Hepsi çileyle ızdırapla yoğrulmuş ve kutsanmış bir doğumun hikayesi… Kendi zamanlarının İslamı olan Museviliğin veya İseviliğin bugünkü şeklini alış biçimlerinde de yine christ kültünün manüpilasyonunu görebiliriz.Bunun takipçilerinin de herhangi bir vatana veya millete aidiyet göstermediği çok açıktır.

    Sizin yazınızda bu geleneklerin kökenine eğilirken Türk mitolojisine varmanız ve bunda da M.Kemal’in çalışmalarını baz almanız açıkçası beni biraz rahatsız etti.Keza Gazi’nin Türklük ile ilgili veya buna benzer çalışmaları insanlığın tümünün ortak bir geçmişe,hafızaya,benzerliklere ve de yanlışlara sahip olduğunu göstermeye yönelik idi.

    Dikkatinizi çekmek isterim ki bu tarz eğilimleri canlandırmaya,yaymaya veya kutsamaya yönelik bir hareket asla değildi.

    Saygılarımla.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: