İçeriğe geç

İSLAMİYETİN DOĞUŞU: HZ. MUHAMMED ve BİLÂL-İ HABEŞÎ

Hz. İsa’nın doğumunun altı yüzüncü yılında, dünya medeniyetleri ‘’Karanlık Çağ’ı’’ yaşarken, Arabistan’da Abdullah’ın oğlu Hz. Muhammed (s.a.v) dünyaya geldi. İşte tüm hikaye O’ndan sonra başladı. Tarihin cahiliye dönemini yazdığı zamanlarda ve Mekke’de.

O zamanlar Mekke tüccarların uğrak yeri olan zengin bir ticaret şehriydi. Mekke’nin önemi o kadar büyüktü ki Roma, Bizans, Sasani ve Habeşistan İmparatorlukları burayı kendi ülkelerine katmak için zaman zaman teşebbüslerde bulundular.

Tabiat şartlarından dolayı tarım ve hayvancılık yapılamasa da, güneyle kuzeyi bağlayan bir kavşak noktasıydı, Mekke. Mısır’dan ipek, Hindistan’dan daha çok mücevherat, fildişi, baharat ve pamuk alırlarken, Doğu Afrika sahillerinden parfüm, kuşu tüyü ve altın ithal ederlerdi.

Mekke ve civarında çeşitli panayırlar kurulurdu. Mekkeliler, bu panayırlara gelen kervanları yedirip, içirirlerdi; konukseverlikleriyle ünlü olsun isterlerdi. Arabistan’ın dört bir yanından akın akın gelenler arasında satıcılar, parayla satın alınan kadınlar, kâhinler, çeşitli dinlere mensup kimseler ve şairler de bulunurdu.

Bu panayırlarda dönemin en geleneksel aktivitelerinden biri her yıl herkese açık yapılan şiir yarışmalarıydı. Bu şiir müsabakalarında Arap şairlerin en güzel şiirleri yarışmayı kazanır ve ödülünü alırdı. Beğenilen ve derece alan şiirler, Kâbe duvarına asılırdı. Bu şekilde Kâbe duvarına asılmış olan yedi ünlü kasideye “El-Muallekatü’s-Seb’a” (Yedi Askı) ya da ‘’Arap Edebiyatının Harikaları’’ denilmiştir.

O dönemde, Arapların çoğunun inanışı putperestlikti. Hz. Âdem’den bu yana süre gelmiş tek Allah inancı unutulmuş, insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamıştı. En önemli putlarıysa, Hubel, Lât, Menât, Uzzâ, Vedd, Suva, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adlarını taşıyanlardı.

Mekke’ye Kâbe ve civarına, 360 kadar put yerleştirilmişti. Her kabilenin ayrı bir putu, her putun özel bir ziyaret günü vardı. Böylece yılın her gününde putlarını ziyarete gelenlerle dolup taşan Mekke, bir ticaret merkezi olduğu kadar, putperestliğin de merkezi haline gelmişti.

Mekke’nin hakimi, Kâbe ve civarındaki putların koruyucusu olan Kureyş kabilesi, diğer bütün kabilelerden saygı görürdü. Saygınlığını ve servetini arttırmak için, Kâbe’nin ağzına kadar putlarla dolmasını isterdi. Putların çokluğu maddi değer de taşırdı. Tanrı dedikleri alçıdan yapılmış putlarını hem ibadet hem de gelir kaynağı olarak görüp, parayla alıp satarlardı. İbadetle kazancı bir araya getiren Mekkelilerin keyfine diyecek yoktu. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanların durumuysa daha kötüydü.

Bir zamanlar tek Allah fikrine inanan Hz. İbrahim ve iman edenlerinin hac ve ibadet yeri olan mukaddes Kâbe, taştan tahtadan yapılmış putların ve bunlara tapan putperestlerin yuvası haline gelmişti.

Screenshot_2018-04-18-12-18-14-01[1]

Sonra Mekke’de 620 yılında yeni bir inanç ortaya çıktı. ‘’İslamiyet.’’

Bu inançtan önce Araplar koyu bir cehalet içindeydiler, okuma yazma bilen yok denecek kadar azdı. Kölelik anlayışı vardı. İnsan haklarına riayet yoktu. Güçlü olanlar zayıfları eziyordu. Haklarının birçoğundan mahrum olan kadın, sanki bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmek adet haline gelmişti ve yürekler acısı bu duruma kimse dur demiyordu.

Karanlıklar içinde kalan, insanlığı bu korkunç durumdan kurtaracak, insanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterecek olan son peygamberin gelmesine büyük ihtiyaç vardı.

İşte Arabistan’da yaşanan bu cahiliye dönemine güneş gibi doğan Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v), tüm Müslümanların umut ışığı oldu. Bu umut insanların sonsuza kadar öğrenip anlayacağı bir şeyi de beraberinde getirdi. Âlemlerin Rabbi olan Allah, O’nun aracılığıyla tüm insanlara (ve cinlere) iletilmek ve tebliğ etmek üzere çok kutsal bir şey gönderdi.

Bir Ramazan Ayı’nın Kadir Gecesinde, hırkasına bürünüp Hira Mağarası’nda tefekküre dalmış olan Hz. Muhammed (s.a.v), bir sesin kendisine seslenerek, kendisini çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimse yoktu. Bu sırada her taraf bir anda nurla kaplanmıştı; bu duruma dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil’i gördü.

Cebrail O’na, ‘’Oku!’’ Dedi.

Hz. Muhammed (s.a.v), “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi.

Cebrail (as) Hz. Muhammed’i (s.a.v) kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıktı.

“Oku” diye emrini tekrarladı.

Hz. Muhammed (s.a.v) yine, “Ben okuma bilmem’’ cevabını verdi.

Cebrail (as) emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Muhammed’i (s.a.v) sıktıktan sonra Alak Suresi’nin ilk beş ayetini okudu.

Yaratan Rabbinin adıyla oku!

O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.

Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

O Rab ki, kalemle yazmayı öğretti.

İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (Alak Suresi, 1-5)

Cebrail’in arkasından Hz. Muhammed (s.a.v) de bu ayetleri tekrarladı.

Rahmet Peygamberinin, Hira mağarasında aldığı bu vahiyle, Kuran-ı Kerim’in ilk suresi ‘’Alak (ikra)’’ inmiş oldu. Allah’ın son mukaddes kitabı, bütün insanlığa ilahi ferman olmuş olan Kur’an, bazen ayet ayet, bazen de sureler halinde parça parça inerek 23 senede tamamlandı.

Hz. Muhammed kendisine inen ayet ve sureleri, yanında bulunan sahabelerine okuttu, sahabeler de onu ezberledi, bir kısmı da küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelerle yazardı.

Hz. Muhammed (s.a.v), Allah’ın gözünde herkesin eşit olduğunu bildirdi. Zenginin, fakirin, özgürlerin ve kölelerin.

Söylediği sözler gayet açıktı ama bu Mekkelilerin işine pek gelmedi.

‘’Kimse açlıktan ölmemeli, zengin fakiri kandırmamalı, kuvvetli zayıfı ezmemeli, komşusu açken tok yatmamalı, genç kızlar zorla evlendirilmemeli, seçme ya da reddetme hakkı olmalı, yeni doğmuş kızları diri diri toprağa gömmemeli, onları erkek evlatlardan ayırmamalı.’’

Hz. Muhammed insan hayatını etkileyen gücün, dünyevi liderlerden değil, Allah’tan geldiğini öğretti. İslam’ın anlamı Allah’a boyun eğmekti. Kabile liderlerine boyun eğmek değildi.

MAKEUP_20180418134416_save-01[1]

Bundan sonra Hz. Muhammed’e inen tüm vahiyler Arabistan’a hızla yayılmaya başladı. Ona ilk inananlardan biriyse Etiyopyalı siyahi bir köleydi. İsmi’’Bilal-i Habeşiydi.’’

Ancak kölesi olduğu Kureyş kabilesinin bir kolu olan Cumah kabile lideri Ümeyye, onun Hz. Muhammed’in izinde olduğunu öğrenince, bir öğle vaktinde onu kızgın güneşin altında sırt üstü yatırttı. Adamlarına Bilal’i kırbaçlattı ve büyük bir kaya parçasını göğsünün üzerine koydurttu. Sonra da inancından vazgeçmesi için ‘’Lat ve Uzza’’ putlarını yüzüne doğru doğrultup, onlara tapmaya zorlardı. Hz. Muhammed’in çağrısını reddetmesi emretti.

Bilal her defasında, “Rabbim Allah’tır, O birdir.” diyerek bu dayanılmaz işkenceye imanıyla göğüs gerdi ve bu emre itaat etmedi.

Halk arasında yapılan bu işkenceyi görenler durumu Hz. Muhammed’e iletti. Bilal’in inancını ve çektiklerini öğrenen Hz. Muhammed, onun işkence çekmesine çok üzüldü. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir Bilal’i satın almak üzere Zeyd’i yolladı. Zeyd de Bilal’in özgürlüğünü satın almak için Ümeyye’ye 100 dinar verdi. Ümeyye bu parayı az bulunca, Zeyd ona 200 dinar verdi Ümeyye bu teklifi kabul etti ve Bilal’i Zeyd’e teslim etti. Bilal özgürlüğüne kavuştuktan sonra Hz. Muhammed’in yanından hiç ayrılmadı.

Bunun üzerine Mekke’de durumlar git gide kötüleşiyordu. Bir yanda Müslümanlığın çağrısını duyup ayaklananlar, diğer yandan Müslümanları öldürmeye çalışan Mekkeli müşrikler vardı. Hz. Muhammed ve ona inanan Bilal gibi ilk Müslümanlara pek çok zulüm yaptılar. Onları alaya aldılar, tehdit ettiler, vahşet sergilediler. Ardı arkası kesilmeyen suikastler tertiplediler, kan döktüler.

Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal almıştı. Müslümanlar için Mekke’de kalmak, tahammül edilemeyecek derecedeydi. Hz. Muhammed’e inananlar durumlarını arz ederek, Mekke’den göç etmek için müsaade istediler.

Hz. Muhammed bir gün sevinçli bir halde sahabelerinin yanına gelip, “Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Medine’dir. Oraya hicret ediniz. Allah, Medine’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı’’ dedi.

Allah’ın Resulü ve son peygamber Hz. Muhammed’in izni üzerine Müslümanlar, Medine’ye birbiri ardınca bölük bölük göç etmeye başladılar. Medine Müslümanlara, huzur bulacakları ve sığınacakları bir yer olmuştu. Bilal de onlarla birlikte Medine’ye göç etti.

Tarihte Hz. Muhammed (s.a.v) ve ona katılan Müslümanların, baskılardan kurtulmak için 622 yılında, Mekke’den Medine’ye göç etmelerine ‘Hicret’’ denir.

Medine’de onları bekleyen birçok Müslüman vardı. Hz. Muhammed’i coşkuyla karşıladılar. Ona istediği yerden ev yapmak istediler. Hz. Muhammed bindiği devenin çöktüğü yerde evinin olmasını istedi. Deve çöktü ve oracıkta O’na ev inşa ettiler. Hz. Muhammed, evin inşasına o yorgun ve yaşlı haliyle bile yardım etti. Ardından bir cami yapılmasına karar verildi. Adı şu an Kâbe kadar önemli olan ‘’Mescid-i Nebevî’ydi.’’

Screenshot_2018-04-18-12-05-06-01[1]

Ama insanları camiye çağırmak içinse bir sese ihtiyaçları vardı. Hz. Muhammed (s.a.v) vahiy gelmeyen konularda sahabeleriyle konuşurdu. Sahabeleri ona, namaz vakitlerini Medine’deki Müslümanlara duyurma konusunda çeşitli tekliflerde bulundu.

Çan sesini Hıristiyanlar kullandığı için, boru sesini Yahudiler kullandığı için, davul sesinin kan kokan bir havası olduğu için istemedi. Bunun yerine bir insan sesi olmasını ve Bilal’in güzel ve gür sesiyle ‘’ilk ezanı’’ okumasını istedi.

Bilal caminin yüksek bir yerine çıktı. Ve şu sözlerle çağrıyı yaptı:

Allahu Ekber, Allahu Ekber (Allah en büyüktür)

Allahu Ekber, Allahu Ekber (Allah en büyüktür)

Eşhedü en la ilahe illallah (Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim)

Eşhedü en la ilahe illallah (Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim)

Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah (Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederim)

Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah (Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederim)

Hayya alessalah, Hayya alessalah ( Haydin namaza)

Hayya alelfelah, Hayya alelfelah (Haydin kurtuluşa)

Allahu Ekber, Allahu Ekber (Allah en büyüktür)

La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)

632 yılında Hz. Muhammed vefat edene kadar Arabistan’daki kabilelerin çoğu Müslümanlara katıldı. İslamiyet inananların birbiriyle savaşmasını yasakladı. Onun yerine hayatlarını kutsal bir mücadeleye adayacaklardı. İnançlarını, inananları İslamiyet’e müdafaa için.

Afrikalı Bir kölenin ve diğer tüm Müslümanların sarsılmaz inancı dünya genelinde milyonlarcasına ilham verdi. Üstelik yalnızca Araplar değil, daha pek çok millet İslam’ın ışığıyla aydınlandı. Farklı milletlerden pek çok insan İslam bayrağı altında birleştiler. Müslümanlıktan önceki Hıristiyan şehitleri gibi inancı uğrunda ölen İslam savaşçıları da cennetin kapısından geçti.

Bu yazıyı öğrendiklerime istinaden yazdım. Eğer istemeden bir hata yaptıysam affedin…

Sevgilerimle,

Esra DOĞRUL

İSLAMİYETİN DOĞUŞU: HZ. MUHAMMED ve BİLÂL-İ HABEŞÎ” için 17 yorum Yorum bırakın

  1. Güzel bir yazı olmuş tebrik ederim ve başarılarınızın devamını dilerim. Son kısımda belirttiğiniz gibi bir kaç yere değinmek istiyorum. İlk göç Habeşistan’ a olmuştur. Sonra hicret gerçekleşmiştir. Habeşistan da muhteşem bir söz sanatları düvellosu gerçekleşmiş ve Meryem suresi’ni okuyan Hz. Cafer (R.A.) , Adaletli Kral’ın gözlerini açarak onun da sonradan müslüman olmasını sağlamıştır..! ” Müslümanlıktan sonraki Hıristiyan şehitleri gibi inancı uğrunda ölen İslam savaşçıları da cennetin kapısından geçti. ” bu cümleniz de Müslümanlıktan önce Hristiyan şehitleri.. demek mi istediniz ?

    Liked by 1 kişi

    • merhaba, Tarih de dunyaca kabul edilmis net bir olaydan bahseder misiniz? mesela gecen gun dusen ucagin nsl duatugu konusuda bilgi verebilir misiniz son teknoloji de? cok uzak degil 1949 da yasanan olaylardan bahsedebilir.misiniz?.ornegin 2. dunya savasi hepimize gore ne kdr da farkli bi anlatim arkasinda kimler var kim bilebilir degil mi? mesela cok degil 100 yil once 1. dunya savasinda kimler neler yasadi kim bilebilir… kaynaklar nsl da yok ediliyor degil mi? gercek incilde ve zebur da ve tevrati kim bilebilir? bilim insanlarinin C14 izotopuyla bir kac bulustan baska elimizde ne var? hikayeleri ancak yazili kaynaklar varsa ogrenebiliriz? orgun yazitlari gibi… yqzili kaynak yoksa ancak hangi zamana ayit olduklarini bilebiliriz. ancak hikayeleri insanlar neye inanmak istiyorsa (tarih de ve tum bilim dallarinda antropoloji de dahil entografi de dahil tum bilim dallari dahil ) ona gore tarihe yon verir. lakin dinler tarihi icin bu durum biraz dogmatik. diger kitaplari da kabul ederiz. ancak gercek olanlari. bizler diger samanlar gibi gok tanei inancina sahip olanlar gibi birseye inanmak istiyaci olan insanlariz. cunku bunu yuregimiz kalbimiz beynimiz kabul ediyor. lakin hepimiz birbirimizden oldukca farkliyiz. bu yuzden rencide etmeden tum insanlari bir goruyorummm. hepimiz adem in cocuklariyiz. tabii afem e de inaniyorsaniz… homosapiens mi siniz neanderthal misiniz hepsine siz karar vereceksiniz? hangi kulturu seviyorsaniz orada mutlu olursunuz. tum kulturleri okumak arastrmak bizi aydinliga goturur… saygi ve selamlarimlaaa…

      Liked by 1 kişi

      • Ekleme yapayım, eğer ki birisi bunlar uydurma diyebiliyorsa , o zaman uydurma olduğuna dair tarihsel bi yazıt öne sürmek zorunda. Bunu yapamadığı vakit kendi hükmü de geçersiz kalacaktır. Kimse kimsenin inancına saygısızlık edebilecek bi düzeyde olmamalı.

        Liked by 1 kişi

  2. Kısacık eleştirel yazıya; cevap yazmanızı beklemiyordum açıkçası: kanıt ise söyle sanırım. İnançlar var oluşları bakımından zihne bağlıdır; doğrulukları açısından ise zihne bağlı değildir. Neye inanıyorsak bu kesin doğru ya da yanlış yapamayız. kanıt aramak değil de belki “şey” denilen her neyse onun “yön” olmasıdır…bu da bilinememesidir.. bilgimiz sınırlıdır…

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın